DIŞ DÜNYA EĞİTİM OKUL

15 Temmuz’dan ders çıkarmak

Küçücük bireysel hayatlarımızın gündelik koşturmasında bir şeyi yanlış yapsak ve sonra bedelini biraz ağır ödesek, bir dahakine aynı durumda çok dikkatli davranmak üzerine doğal bir ders çıkarıyoruz.

Zihnimizi zorlamamıza bile gerek kalmıyor, tüm duygu ve düşüncelerimiz bir dahaki tehlikeyi bertaraf etmek için elbirliğiyle plan yapıyor.

Şunu şunu yapayım da bir daha böyle bir duruma düşmeyeyim hesapları içinde oluyoruz.

Bedenimizi ve ruhumuzu gündelik seviyede zorlayan şeylere karşı bu kadar alarm vaziyetinde olup da 15 Temmuz gibi, atlatılmasa belki yakınlarımızı alıp götürecek ve ömür boyu kanayacak yarıklar bırakacak deneyimlerden ders çıkarmamak doğamıza ters.

Elbette ki 15 Temmuz’dan ders çıkarmak biraz da karışık bir iş. Hikayesi bir güne sığıyor gibi görünse de, öncesinde o sonucu hazırlayan 30-40 yıllık belki 90 yıllık bir süreç var.

Neyi yapmayalım da bir daha benzerleri yaşanmasın diye düşündüğümde benim aklıma düşen bir kaç şey var.

Bir kere şahısları tanrılaştırma hali bizim toplumda bir hastalık. ‘Öldürmüşse de idam ettirmişse de bir bildiği vardır canım, o kadar büyük değişim için bazılarını harcamak gerekiyor’ mantığını sonuç verecek bir ‘sorgulanamazlık’ daha anaokulunda kurtarıcı imgesi üzerinden minicik çocuklara eğitim adı altında yediriliyor.

Bireylerde böyle bir bakış açısı oluştuktan sonra sorgulanamaz olarak gördüğü kişinin adı ister Atatürk olsun ister Fethullah Gülen olsun isterse Erdoğan olsun hiç fark etmez.  Gönlünüzdeki fikri temsil edebilir. Ya da belirli bir zaman diliminde bir topluluğa güç yetirebilmiş  olabilir.  Yemek yiyen, uyuyan, tuvalete giden bir insana böyle bakmak dengesizlik.

Bir kişiye böyle bakmanın vahim bir sonucu ‘onun yaptıklarını’ yegane doğru olarak görmekse, bir diğeri de ‘onu sorgulanamaz görenlerden’ oluşan bir dünya arzu etmek oluyor.

Bu arzunun peşine kapılıp gidilince de apartmanda, okulda, kurumlarda, bürokraside sadece kendi tanrılaştırdığı kişi ne derse onu yapacak kadrolar olsun isteyenler var oluyor. Var mı böyle bir gerçeklik, yok. Ama önce Kemalist, sonra Fetöcü kadrolar tam olarak bunu yaptı.

Geçtiğimiz eğitim öğretim yılının güz döneminde Türkiye’nin toplumsal yapısı isminde bir dersimiz vardı. Toplumu iktisadi, kültürel, sosyal, dinî ve daha bir çok açıdan inceledik. Koca dönemlik dersin kısa özeti şuydu: 90 sene boyunca her alanda toplumsal ikiye bölünmüşlük derinleşmiş gitmiş. İster iktisadî ister kültürel alanda kim ne yapmak istemişse 90 yıl boyunca kemalist vesayetle karşılaşmış. İş adamı olup fabrika kurmak isteyen de, kitapları ancak bugünlerde özgürce satabilen edebiyatçılar da.

Hiç iş adamlığı tecrübesi ve yeteneği olmayan, memuriyetle uğraşan kişiler pat diye iş adamı yapılmış örneğin. Liyakati ancak köşedeki bakkalda birşeyler satmaya müsait bir insana kalk belediye başkanı ol demek gibi birşey bu.

İşte bu yapı, ideolojik olarak zıt gibi görünse de ilkesel olarak tıpatıp kendisiyle aynı Fetö adında bir yavru üretti sonra.

Bugün de her köşeye bakan çocuğu, eski vekilin kızı, bilmemne müsteşarının oğlunu yerleştirmek devletin içinde devletleşen başka muzır bir torun üretmeye yaramaz inşallah.

Ehliyet ve liyakat meselelerinde herkesin bildiği şeyleri tekrar etmeye gerek olmadığını düşünüyorum.

Ehliyetsiz ve liyakatsiz kişilerin makamları doldurması sorunun hiç bir zaman kendisi değildi kanımca. Sonuçlardan birer sonuçtu.

Sorunun kendisi ne diye sorarsanız, benim fikrim şu. Sorgulanamaz olarak görebileceğimiz, hikmetine sonsuz güvenebileceğimiz, O yapmışsa güzeldir diyebileceğimiz, yolunu yol bilme, sözünü söz bilme duygularımıza ve minnetimize gerçekten layık olan bir tanrı bir ilah var.. Ama O’na herşeyden çok muhtaç olduğumuz halde O’nunla tanışamıyoruz. Gerçekte O’nu bulamıyoruz. Bulamayınca da bunları yapıyoruz.

Etrafımızda karşılaştığımız hiç bir yorumlama O’nu derinlemesine tanımamıza yardım etmiyor. O’na inandığını sanarak başka şeylerin peşine takılabilenler de çok ama çok çıkıyor.

İnsanoğlunun meyilleri ve fiilleri toplumsal alana da böyle yansıyor, sonuçta bunlar oluyor.

İşte benim 15 Temmuz’u doğuran tüm süreçlerden anladığım ve kendime çıkardığım ders bu.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...