DIŞ DÜNYA EĞİTİM OKUL KADIN

Cumhurbaşkanına Mektup

Sayın Cumhurbaşkanım,

Son zamanlarda öyle şeyler oluyor ki, acaba cumhurbaşkanımızın bu durumlardan haberi var mı diye düşünmeye başladım. Bugüne ve geleceğe dair bazı parçaları birleştirdiğimizde ortaya çıkan korkunç görüntüye vakıf olduğunuzda mutlaka harekete geçeceğinize inanıyorum. Bu mektup vasıtasıyla sizinle konuşmak istiyorum.

Ben 37 yaşında, 3 çocuğun emanetçisi, derdi tasası biraz evi biraz çocuklarının eğitimi ve geleceği olan sıradan bir anneyim. Ayrıca bir üniversitede sosyoloji ve psikoloji eğitimime devam etmekteyim. Toplumun derdi benim derdim duygusundan aldığım motivasyonla…

Mektubumda içine sürüklendiğimiz durumun vehametini anlatmak istiyorum. Malesef hiç de sevimli olmayan bir fotoğraf ile başlamak zorundayım.

Fotoğraf 10 yaşında Desmond Napoles isimli bir erkek çocuğuna ait. New York’ta yaşıyor.  Kraliçe Elsa çizgi filminden etkilenerek kız giysileri giymeye başlamış. Ailesi, gittikleri terapistin de yönlendirmesiyle, oğullarının bu durumunu doğal gelişim olarak değerlendirmiş. Desmond LGBTQ topluluğunun aktif üyesi… 2017 yılında New York’taki eşcinsel yürüyüşüne şöyle bir performansla (https://www.youtube.com/watch?v=sEflH-gkvaska) katılmış.

Kendisinin bazı fotoğrafları da şurada:  http://www.dailymail.co.uk/femail/article-5228857/A-10-year-old-drag-queen-founded-drag-club-kids.html

Sayın cumhurbaşkanım,

Ne bu zavallı çocuğun hali, ne de bir çocuğun her yönelimini doğru bulup destekleyen toplumların akıl iflası esasen beni ilgilendirmiyor. İşin beni ilgilendiren kısmı, günün birinde çocuklarımın veya arkadaşlarının bu hale getirilmesini istemiyor oluşum. Ya da gelecekteki torunlarımın… Fotoğrafın sizi ilgilendiren kısmı ise, bir gün gelecek nesiller bu hale getirilmesin diye sizden yardım talep ediyor oluşum.

Benim ülkemde, özellikle çocukların, LGBT kurumlar tarafından ‘ayrımcılık yapmama, toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında bilgilendirme’ gibi bahanelerle eşcinselleştirilmesini istemiyorum.

Ne yazık ki bu konuda beklediğimiz yardımı gördüğümüzü söyleyemem.

LGBT kurumlara arka çıkar şekilde, Milli Eğitim Bakanlığı toplumsal cinsiyet eşitliğine uyumlu şekilde yeniden yapılandırılmaya başlandı. Ders kitapları elden geçirildi. Siz bunu biliyor musunuz? Milli Eğitim Bakanlığı, 2016 yılında, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul Standartları El Kitabı’nı (http://etcep.meb.gov.tr/application/assets/admin/uploads/userfiles/files/otceta_el_kitabi_turkce.pdf) yayınladı.

AB ‘nin fonlandığı dernekler Türkiye’nin dört bir yanında polisinden din görevlisine yüzbinlerce kişiye, toplumsal cinsiyet eşitliği, cinsel yönelim vb. eğitimler veriyor.

Hatta 2015 yılında üniversitelerde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği dersi zorunlu hale getirildi.

Biliyor musunuz cumhurbaşkanım, geçtiğimiz dönem aldığım aile sosyolojisi dersinde toplumsal cinsiyet konusunu biz de işledik. Hocamızın verdiği ders kaynağında gördüğüm bir illustrasyon beni çok etkiledi hatta. Üç tip aile resmedilmişti. Bildiğimiz anne-baba çocuk ailesi, baba-baba-çocuk ailesi, anne-anne-çocuk ailesi. Aile sadece anne babadan değil, eşcinsel iki anneden ya da eşcinsel iki babadan oluşabilmeliymiş yani.

Sarsıldım…

Biz bu ülkede dışarı çıktığımızda adım başı eşcinsel ailelerle karşılaşmıyorduk ki.. Neden öyle oluyormuşçasına eğitim almamız zorunlu olmuştu?

Sayın cumhurbaşkanım, bu sorunun bir cevabı var mı?

10 yıl önce birileri bana, kurucusu olduğunuz partinin iktidarı döneminde bunların olabileceğini söylese kesinlikle inanmazdım. İmzalanan sözleşmelerle eşcinselliğin yasal koruma altına alınacağını söylese ona da inanmazdım. Fakat 2011 yılında imzalanan, anayasanın da üstünde olan uluslararası İstanbul Sözleşmesi ile bu da gerçekleşti.

Acaba sizin bunlardan haberiniz mi yok? Ben tüm ilgili yönetmeliklerin ve kanunların değişim sürecinin gümbürtüye gittiğini düşünmek istiyorum. Hepsine AB ile uyum sürecinde yapılması gerekenler olarak bakıldı. Enine boyuna düşünülmedi. Sonuçları ve zararları hesap edilemedi. Belki de bu kanunlar başta hangi iktidar olursa olsun 2000’li yıllardan sonra ülkemize girecekti.  Fakat artık durup bir düşünme zamanı gelmedi mi?

Biz bugüne dek küresel asimilasyon projelerinden bizi kurtarması ümidiyle iktidarınıza oy verdik. Bu misyonun tam tersi icra edilsin diye değil. Anlam ve değer dünyamıza darbe vurulması için değil.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Malesef dahası da var. Yakın ve uzak geleceğimizi ilgilendiren düzenlemeler, yönetmelikler, kanunlar hiç de bizim hayrımıza gibi görünmüyor. 2012 yılında kabul edilen 6284 numaralı bir kanun var ki evlerden ırak. Gerçekten evlerden ırak olduğunu söylemek isterdim ama bu kanun tam da evin içini karıştırıyor.

Bu kanun maddesi gereğince, kadının kocasıyla ilgili herhangi bir şikayeti, delilsiz belgesiz doğru kabul edilmekte.  Kanun, hukukun evrensel ilkesi olan ‘masumiyet karinesini’ hiçe saymakta.

Kadının beyanının kayıtsız şartsız esas alınması, bir çok kocanın iftiraya uğramasına neden oluyor. Fiziksel şiddet şartı aranmıyor, kocam bana psikolojik şiddet uyguluyor demek yeterli oluyor. Yılda yaklaşık yüzotuz bin koca kendi evinden uzaklaştırılıyor. Üstelik hapis nedir bilmeyen bu babalar, çocuğunu görmek istese hapse atılıyor.

Bu kanuna yuva yıkma ya da evliliği öcüleştirme kanunu desek daha doğru olur. Evlendiği kadının kendisini dilediği zaman kolayca hapse attırabileceğinden zaman içinde tüm erkeklerin haberi olacak. Evlilik çok riskli bir tercih olacak. Üstelik boşanmış babaların çocuklarıyla görüşebilmeleri de zorlaşıyor. Çocuk haczi gibi yüz kızartıcı kanunlara da uymak zorunda kalınıyor.

Sayın cumhurbaşkanım,

Kadın kocasından, koca çocuğundan ayrıştırılıyor.

Sevginin ve yakınlığın altı oyuluyor.

Sanıyorum bir gün gelecek, çocuğu anneden uzaklaştırma kanunları da var olacak. Aynısı biz annelerin de başına gelecek. İftiraya uğrayıp şiddet kullanan durumuna düşmek babalıkla sınırlı kalmayacak. Tatsız bir anımızda çocuğumuza azıcık sesimizi yükseltsek, bu yaptığımızı psikolojik şiddet kapsamında değerlendiren bir yasa sebebiyle şikayet edileceğiz. İnsanca zaaflara sahip olmak suç olacak. Hayır öyle değil diyerek derdimizi anlatmaya çalışsak, kendimizi hapsi boylamış halde bulacağız. Adım adım o tarafa doğru sürükleniyoruz.

Sayın cumhurbaşkanım, bu gidişten haberiniz var mı? Aileyi, erkeği, kadını ve çocuğu bu denli devlet denetimine sokan bir düzen sağlıklı mıdır? İşler böyle yürüdüğünde bir toplumda huzur kalır mı?

Erkeğin de kadının da her geçen gün kendini daha çok mağdur hissettiği, karşı cinsten her geçen gün daha çok nefret ettiği bir toplumsal travmaya, kanunlarla hizmet etmek iktidarınız için büyük vebal değil mi? Kadın sadece kadınla, erkek sadece erkekle mutlu olunacağını düşündüğünde başımıza neler gelecek?

Sayın cumhurbaşkanım, tüm bunların devletin bekası kaygısıyla görmezden gelinmesini isteyenler var bir de. Onları hiç anlamıyorum. Çünkü devletimiz yerinde durduğu halde, hiç de yerli ve millî olmayan kanunlar eliyle hayatımız formatlanırken, devletin bekasının ne işe yarayacağını anlamıyorum.

Peki ya çocuk?

Ya çocuk anne babasından koparıldığında onu nasıl koruyacağız? Devlet her anında çocuğun yanında olabilecek mi? Daha da önemlisi onu nelerden korumak zorunda kalacağız?

Sayın cumhurbaşkanım, yazarken utansam da yazmak zorundayım. Çünkü birşeyler bir gün mahallemizde apartmanımızda yaşandığında, utanmak için çok geç kalmış olacağız. Malesef bir süre önce Dünya Sağlık Örgütü, pedofilik, zoofilik vb  eğilimleri hastalık tanımından çıkardı. ‘İnsan yeter ki yaptığı şeyden mutlu olsun, tüm eğilimleri doğaldır doğrudur’ dayatması tüm kurumların içine işleyerek adım adım üzerimize geliyor.

Günün birinde ülkemizde de pedofili normal cinsel eğilim kapsamında ele alınırsa, bu ülkenin çocuklarını nasıl koruyacağız?

Ebeveynler olarak pedofilinin neresinde durup, nasıl mücadele edeceğiz? Ülkemizde 18 yaş altı çocuk bedeninin cinsellik yaşaması hiç bir kanunla yasaklanmadığı için (çünkü evlilik dışı ilişki iktidarınız döneminde suç olmaktan çıktı) kanunlar pedofili karşısında da elimizi kolumuzu bağlamış mı olacak?

Dahası o günler gelirse çocuklarımızın başında olabilecek miyiz? Kanunlar eliyle babaların da annelerin de önemli bir çoğunluğunun çocuğundan uzaklaştırıldığı bir zeminde önce çocuğumuza yakın olabilme mücadelesi mi veriyor olacağız?

Sayın cumhurbaşkanım, 18 yaş üstü veya altı, evlilik dışı her ilişkiye sonuna kadar özgürlük mitleriyle yaklaşılırken, birbirlerini seven 18 yaş altı kişilerin evlenmesi yine iktidarınız döneminde ağır cezaları olan bir suç haline geldi. Erken yaşta yuva kuran ailelere kamu davası açılıyor. Ailenin erkekleri, tecavüz suçuyla hapse giriyor, gerçek tecavüzcülerle aynı koğuşta yatıyor.

Bu kanunlarla genç nesillere düpedüz ‘ne yapıyorsanız evlenmeden yapın’ denmiş olmuyor mu sayın cumhurbaşkanım? Dindar nesil yetiştirme söylemiyle tepki çeken sizin başbakan ve cumhurbaşkanı olduğunuz yıllarda tüm bunlar nasıl gerçekleşebiliyor?

Sayın cumhurbaşkanım, üzülerek söylüyorum ki bu yazdıklarım büyük resmin çok çok az bir kısmını tasvir ediyor. Sonuçlarını önümüzdeki on yıllar içinde göreceğimiz formatlamaların yanında değil karşısında duracak biri olarak tanıdık biz sizi. Fakat şu an şaşkınlık içindeyiz.

Çocukluğunda SSK muayene ve ilaç kuyruğunda çok beklemiş biri olarak sağlık sektöründe gerçekleşen, yirmi sene önce hayal bile edilemeyecek gelişmeleri inkar etmiyorum… Hemen her gün sürekli toplu taşıma kullanan biri olarak iki yaka arasını 3 dakikada almanın güzelliğine göz kapayıp nankörlük de etmiyorum.. Daha bunun gibi nice icraatı ayakta alkışlıyorum.

Fakat biz insanız.

Sadece bedenden ve maddeden ibaret varlıklar değiliz. Bedenen refaha kavuşurken ruhen mutsuzlaşmak istemiyoruz. Kavuştuğumuz maddî imkanlara teşekkür ediyor fakat kalbimizin de görülmesini istiyoruz. Kadın ayrı, erkek ayrı, çocuk ayrı yalnızlaştırıldıktan sonra… Mutluluk kaynağımız olan sevgi ve değer yitip gittikten sonra, ‘ultra mega hiper’ imkanlar içinde yaşamak kalbimizin sorunlarını çözebilecek mi…?

Ve sayın cumhurbaşkanım, bitirirken size tüm samimiyetimle bir soru sormak istiyorum.  Bu toprakların ortalama bir ailesinde baba olsaydınız, bu değişiklikleri yapan bir iktidarı destekler miydiniz?  Gerçekten, tıpkı siyasete atılmadan uzun yıllar önceki ruh halinizi hayal edin… Derdi evi, eşi, çocuğu, ailesi olan bir aile reisi olsaydınız…  Eşcinsel meraklısı- evliliği öcüleştirici- aile dağıtıcısı- sevgi düşmanı kanunlarla sizi şaşkınlığa uğratan mevcut iktidara oyunuzu tekrar verir miydiniz?

Ben 24 Haziranda sandığa gidebilecek miyim bilmiyorum. Şu an sandığa gidecek gücü inanın kendimde bulamıyorum. Şimdinin gündelik siyasetinde çok rahatsız edici başka krizler de mevcut. Fakat onların birçoğu 2053’te, 2071’te unutulacak. Ama toplumun günlük hayatını etkileyen kanunların sonuçları kendini unutturmayacak. Henüz çok yaygınlaşmamış vahim sonuçlar, milyonla çarpılmış olarak başımıza bela olacak. Lütfen geç olmadan birşeyler yapın da nefes alalım. Geleceğe küsmeyelim. Geçmişte verdiğimiz oyların pişmanlığından da kurtulabilelim.

Saygılarımla.

(Bu mektubu yazarken, Mücahit Gültekin’in ‘Batı Tarafından Hacklenmek: 2053’te Türkiye Nasıl Bir Ülke Olacak?’ yazısındaki bir çok referanstan yardım aldım. http://islamianaliz.com/yazi/bati-tarafindan-hacklenmek-2053te-turkiye-nasil-bir-ulke-olacak-3626#_ftn2 O yazıda acilen yapılması gerekenler madde halinde sıralanmış. Danışmanlarınız ve ekibinizin dikkatine sayın cumhurbaşkanım.)

Bunlar da hoşunuza gidebilir...