İÇ DÜNYA KADIN Yeme İçme

Kadıncağız olMAmaya var mısınız?

Geçtiğimiz hafta, eşimden aktara gitmesini rica ettiğim bir gün dışarıda iki üç saat sürecek bir işim vardı. Kendisi o gün evdeydi.

Ona ‘Eve dönüşte alışveriş için elli tane yere uğramaktan fena beziyorum, ancak şuraya şuraya uğrarım, aktar da bana ters kalıyor, olur da çalışmaktan sıkılırsan şu yakındaki aktara bir uğrayıverip çocuğun bağışıklık sistemi için kullandığımız keçiboynuzu pekmezli karışımın içine kattığımız bitki tozlarını alıverir misin?’ demiştim.

Eğer alacaksa konuyla ilgili iletmem gereken detaylar vardı kendisine. Ama baktım ne alacağı belli ne almayacağı. Tamam bakarım dedi. O sırada delicesine çalışıyor, yoğun bir şekilde kod yazıyordu. Çalışmasının arasına girip detayları veremezdim.

Ayrıca zaten bir şey alınacaksa onunla ilgili detayları, hatta detayları geç neyin alınacağını tam zamanında haber vermemi ister her zaman. Mesela ‘akşam gelirken portakal mandalina al’ diye mesaj mı attım, şimdi  ben bunu unuturum akşam işten çıkınca bir daha at der. Ya da akşam iş çıkışı bir daha hatırlat der. Hatta hadi işten çıksın da tam o yoldayken mesaj atayım diye beklediğim nice zaman, birdenbire eve gelip bugün erken çıktım dediği, ama ben daha senden elma, tereyağ, pirinç falan isteyecektim diye hayıflandığım çok olmuştur.

Evet genellikle birşey lazım mı diye arar sorar, ama işte sormadığı zamanlar eve gelince, böyle durumlar yaşanmıştır.

Nereden geldik buraya, zaman ayarı. Yani alınacak şeyler, alınma vakti geldiğinde söylenecektir kalbimin diğer yarısına. Eh o da benim kalbimin diğer yarısı olduğuna göre böyle şeylere ayak uyduruyorduk.

Zaten evliliği tek kelime ile tanımla deseler uyum derim. İki kelime ile tanımla deseler uyum değil derim. Bu cevaplama için ilham veren Demirel siyasetine teşekkürler. Şaka bir yana gerçekten ikisi de doğru.

O gün ben dışarıdayken, neler olmuş neler. Kalbimin diğer yarısı aktara gitmiş. Bana whatsapp mesajı atmış görmemişim. Aslında gideceği aktar daha önce aramızda defalarca mevzu olduğu halde (ya da ben öyle sanıyorum) o gitmiş üç kağıtçı bir aktara, hatta yok ya sen alma bunları gel ben sana zencefil vereyim demiş adam, ki zencefil alerjik olduğumuz için evde yasaklı, almış. Oradan bir de keçiboynuzu pekmezinin kendisini almış halbuki kendisi değil sadece içine katılan tozlar alınacaktı. Çünkü normal pekmez değil soğuk sıkım pekmez alınacaktı ve işin o kısmı bana aitti.

Ama o pekmezi almakta haksız da sayılmazdı bir yandan. Çünkü ben whatsapp mesajında karışımın tarifinin yazdığı reçetenin fotosunu göndermiştim. (Evet reçete, evet doktor yazdı o karışımı) Orada listenin en başında 2,5 kilo keçiboynuzu pekmezi yazdığı için kalbimin diğer yarısı onu da alınacak sanmış.. Bir sürü para bayılmış üç kağıtçı adama ayrıca bir de adam kartla ödemeyi istemeyip, nakit varsa veriversen demiş nakiti cebe indirmiş.

Tabi oradan tozları alamayınca, benim asıl git dediğim aktara da gitmiş ve almış. Ben onun aktara gittiğini bilsem, ah bir bilsem, arayıp detaylı bilgi vereceğim de, kendimi zaman ayarına ayarlamışım. Herşeyin tam alınacağı zaman bildirilmesi rolünü fena benimsemişim.

O da beni aramamış, konunun böyle detayları olduğunu da düşünmemiş. ‘Gideyim şu işi halledeyim kadıncağız yorulmasın’ diye düşünmüş. Yani bir anlamda lütfetmiş. Kadıncağız olarak nitelendirilmeyi asla kabul etmiyorum ayrıca belirteceğim.

Velhasıl kelam eve bir geldim ki, pekmezler de alınmış ve de her biri 30gr. olması gereken beş çeşit tozu ayrı ayrı tarttırmak yerine, birinden 250 gr., birinden ikisi birlikte karışık, biri kavanozla falan alınmış. Detaylarla kafayı bozmuş biri değilim ama böyle ölçülü tariflerde sonradan gramları ayarlamaya çalışmak çok zor oluyor. Halbuki o aktarda rica edince tartıyorlardı, orada çalışan bir kadın aynen böyle hazırlamıştı bana. Görüşebilmiş olsaydık, şu şekilde anlat o kadın biliyor yapacak diyecektim.

Ama işte görüşemeyişimiz kaderin bize olta atması gibi birşey oldu galiba. Neden aramadın diye defalarca sordum beni rahatsız etmek istememiş derste olduğum için.

Ee bu olaydan sonra ne oldu, görünürde bir şey olmadı da bazı mevzular ve kararlar benim iç dünydamda netleşti. O tüm bunların çok da önemli olmayan mevzular olduğunu bense o keçiboyunuzu pekmezlerini kullanmayacağımı söyledim. O pekmezle karışımdan biraz hazırladım, boğazı yakıyor gibi garip bir tadı vardı, kalbimin diğer yarısı bile çok net farkı farketti.

Bir kaç akşam sonra tamam dedim bunu sen kullanırsın (ailece kullanıyoruz), ben çocuklara gidip soğuk sıkım pekmez alacağım karışımı ona hazırlayacağım.

Bu cümleyi söylediğimde akşam vaktiydi ve kalbimin diğer yarısı da o günü evde geçirmişti ve o sırada da önemli birşey yapmıyordu. Açıkçası dur sen gitme ben gideyim zaten olayı biraz ben karıştırdım demesini bekledim ama demedi. Ayrıca çok rahattı hiç bir vicdan azabı da hissetmiyordu.

Gelelim bu hikayeyi niye anlattım kısmına.

Üzerlerindeki yükün fazlalığından yakınan kadınlara, ama lütfen o yüklendiğiniz işlerin bazılarını da eşinize yaptırın dediğimde aldığım cevapların yüzde doksanını oluşturan; ‘ama o hiç dikkat etmez, yanlış alır, sonra bir de ben o işi tekrar düzeltmeye çalışırım, yorulurum, üstelik o boşuna önem verdiğimi düşünür, bir de sinir olurum, bir de ağlarım, bir de kendimi yok sayılmış hissederim, tüm bunları göze alamayıp aman en iyisi ben kendim yapayım diyorum ve herşeyi kendim yapıyorum’  şeklindeki cevap.

O gece dışarı çıkıp keçiboynuzu pekmezi almaya giderken, işte kendimizi böyle konumlandırırsak ‘kadıncağız’ oluruz diye düşündüm. Zaten olay ben onun zaman ayarı olgusuna uymaya çalışırken oldu, artık bundan ötesi uyum değil başka bir şey olacaktı. Kadıncağız olmak.

Şöyle olacaktı; ‘Zavallı kadıncağız, herşeyi kendisi yapıyor. Hayatını ortak yaşadığı kişiye kendini ifade etmeye bile çalışmıyor. Hayatını paylaştığı kişi lutfetmişcesine ona bazı işlerde yardım ediyor. Kadıncağız sessiz içten içe soğuyan sevgisizleşen biri oluyor ya da kinli, söylenen, çekilmez biri olmaya evriliyor. Ki bu kinli ve sinirli olma haline, feministlik deniyor; deve gibi sırtında kamburla dünyanın yüküyle yaşayanlara da kadıncağız deniyor. Aslında kadıncağızlar feministlerin kozadaki hali gibi görünüyor.

Dedim ya kararlarım netleşti diye. O gece keçiboynuzu pekmezi almaya giderken kendime dedim ki; ‘Nezaketimden, letafetimden, inceliğimden, kadınlığımdan, güleryüzümden hiç bir şey kaybetmeyeceğim. Ona yine kalbimin diğer yarısı diye hitap etmeye devam edeceğim. Ama bu karışım bittiğinde, bir dahaki sefere, o aktardan o bitki tozlarını, 30 ar gramlar halinde gidip aldığını ve nasıl olmuş mu dediğini göreceğim.’

İşte bana sorarsanız değişmek bu demek.

Bir önceki yazıda ‘Elimizi taşın altına koymak her işi sessiz sedasız göğüslenmek değil, kavga etmek de değil, bu durumu asla kabullenmemek ve değişmek için çaba göstermek…’ demiştim. Mesaj atan ve değişmek derken ne kast ediyorsunuz diyenler oldu, modernleşmeyle ilgili durumumuzu doğru tasvir etmişsiniz ama çözüm ne diye soranlar oldu.

İşte benim çözümüm bu. Kinli kadın olmayı da kadıncağız olmayı da kafam ve kalbim kaldırmıyor.

Dünyaya mutsuz olmaya gelmişiz gibi yaşamayıysa hiç kaldırmıyor.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...