KÜTÜPHANE

Köpek gibi büyütülmüş çocuk

‘Kitap almak kolay da okuması zor’ şeklinde içimden çok telaffuz ettiğim bir cümle vardı.

Artık o cümleyi şöyle kuruyorum:

‘Okumak kolay da, toparlayıp annenotları’na bakın böyle de güzel bir kitap var şeklinde tanıtımını yazmak zor.’

Paylaşılmayı bekleyen bir sürü kitap birikti. Fakat son okuduğum ‘Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk’ isimli ‘bestseller’ı öne aldım. Heyecanımı kaybetmeden aktarmak istediklerim var.

Kitabı cocukaile.net‘de tavsiye kitaplar arasında görmüş, internet kitap siparişlerimden birinde onu da ekleyivermiştim.

Adı biraz ilgi çekici biraz da itici gelmişti aslında, hani ‘çocuğunuza köpekmiş gibi davranmayın insan gibi davranın’ der gibi. Sanki içerisinde bu tarz klişe tavsiyeler varmış gibi.

Öyle değilmiş.

Adını içerisinde anlatılan olayların birisinden almış. 15 yaşındaki annesi tarafından terk edilen bir bebeğin, bir süre yanında kaldığı anneannesinin vefatından sonra köpek yetiştiricisi, biraz da zeka özürlü olan bir yaşlı adamın elinde kalmasıyla içine düştüğü dramdan…

Çocuk 11 aylıktan itibaren köpek gibi kafeste büyüdüğünden, daha doğrusu büyüyemediğinden konuşması, yürümesi, kısacası bir insan gibi davranmasını gerektiren hiç bir yönü gelişmemiş. Yazar, onu bir hastane odasında ilk gördüğünde, saldırganlığından bir kafes içine konulmuş, yemekleri insanların üzerine fırlatan, 6 yaşında altı bağlı, zayıf, sürekli çığlık atan, konuşmayı bilmeyen bir çocuk…

Çocuk psikiyatristi Bruce D. Perry, hep böyle travma geçirmiş çocuklarla olan çalışmalarını hikaye ediyor kitapta. Köpek gibi yetiştirilmiş olan Justin sadece bir tanesi.

Başta bu acı hikayeleri okumasam mı diye tereddüt ettim. Fakat dünyada böyle olayların olduğu bir gerçekti, benim bilip bilmemem birşeyi değiştirmezdi.

Üstelik devamında neler olduğunu merak ediyordum, sürükleyiciydi. İlerledikçe de gördüm ki o çocuklara yardım etmek için yapılmış şeyleri okumak iyi geldi, umut verdi. Tahmin ettiğim gibi moralim bozulmadı.

Daha da önemlisi, beynin gelişme ve çalışma sistematiğini anlamaya yarayan çok değerli bilgiler edindim. Bir yetişkinin ya da bir çocuğun hangi davranışı neden yaptığını yorumlama konusunda ufkum genişledi. Hİç şüphesiz çocuklarımla olan ilişkime yansıdı tüm bunlar.

Hikayesi anlatılan çocuklar arasında tacize uğramış, şiddet görmüş olanlar da var, erken dönem ihmalkarlık kurbanı olanlar da. Görülen gelişim gerilikleri, korku ve stres tepkilerinin tedavi süreçlerine şahit oluyorsunuz.

Erken dönem ihmalkarlığı benim çok ilgimi çekti, önceden ne denli dehşet bir şey olduğunu hayal bile edemezdim. Artık biraz fikrim var.

Hayatlarının ilk 2-3 yılı bir şekilde dokunulma, konuşma ve hereketten yoksun geçirdiklerinden beyinleri gelişmeyen çocuklar bunlar. Beyin hem fiziksel olarak büyümüyor, yaşıtlarına göre küçük kalıyormuş. Hem de deneyim yaşamadığından sosyal ve duygusal bir çok fonksiyonu gerçekleştirecek gelişimi gösteremiyormuş.

Mesela bebeklerimizle konuşurken ya da şarkı söylerken ritim becerilerini bile besliyormuşuz biliyor musunuz? Bebeklikteki yetersiz uyaranlar yüzünden  ses tonunu ayarlamada, hatta yürürken belli bir ritim tutturarak yürümede bozukluluk bile ortaya çıkabiliyormuş çocuklarda.

Zaten okurken en çok kapıldığım duygu şuydu; vay canına evde çocuk bakmak diyerek aşağılanan ‘bakım’ ne kadar da önemliymiş, eksikliğinde çıkan bozukluklara bak!

Yazara tedavi için getirilen çocuklar, genellikle fiziksel bütün kontrolleri, kan testleri yapılmış, bir dünya film tetkik, üzerine bir dünya ilaç ve tedavi uygulanmış, fakat sonuç alınamamış çocuklar.

Bay Perry farklı bir şey yapıyor. Çocukların geçmişlerine ve nasıl hissettiklerine bakıyor. Bir türlü büyümediği için karnından aşırı kalorili takviyelerle beslenen, yine de büyümeyen çocuğun, annesinin ‘dokunmasına aç’ olduğu ortaya çıkıyor. Annesinin annesiz büyüdüğü, dokunmayla ilişki kurmayı hiç bir yerde de görmediği ortaya çıkıyor.

Duygu körlüğü yaşayan, iki ortaokullu kıza tecavüz edip öldüren çocuğun ise annesi tarafından bebekliğinde uzun süreler evde tek başına bırakıldığı ortaya çıkıyor.

Başka bir tanesinin bakıcı ihmali sonucu annesi çalışırken tüm gün evde yalnız bırakıldığı, bebek gibi davranmaktan bir türlü kurtulamayan başka bir tanesinin hayatının ilk 3 yılını yetimhanede bir beşikte yatarak, hiç kimseyle ilişki kurmadan geçirdiğinden bebekliğini atlatamadığı ortaya çıkıyor.

Neticede tamamen normale dönmeleri zor olsa da, ilaç ve terapiyle tedavi süreci geçirebilenlerde büyük gelişme kaydediliyor.

Kapağını kapatıp bu kitaptan bana ne kaldı diye düşündüğümde, sayabileceğim onlarca şey var. İnsan beyninin yaşadığımız duygulara bağlı olarak ne kadar farklı çalışabildiği gibi.

Fakat en önemlisi insanoğlu için ilişkilerin önemine dair çok şey öğrendim.

İnsanın bazı özelliklerini daha net görebilmek için hayvanla kıyas etmek, insanı anlamaya çalışan bir çok felsefecinin, din adamının, alimin, psikiyatristin kullandığı bir yöntem. Benim de Bedizzaman’ın eserlerinden çok alışkın olduğum bir bakış, yer yer Bay Perry de yapıyor.

Hayvan hayatını devam ettirmek için başka bir hayvanın yıllar süren, bakımına, ilgisine, sevgisine muhtaç değil. Çoğu bir kaç gün, kimisi de aylar içinde ayağa kalkıp kendi ihtiyaçlarını görmeye başlıyor. Bir süre sonra da kimseye ne fiziksel ne duygusal bir ihtiyaç duymuyor.

Ya insan? 60 yaşındaki bir ‘çocuk’ 80 yaşındaki annesinin ya da bir başkasının ilgisine hala muhtaç hissedebiliyor kendisini. Kaç yaşında olursa olsun sevgisiz ve değersiz kaldığında erimeye ve hasta olmaya başlıyor.

İnsanın sağlıklı yaşamak için insana ihtiyacı var. O insanlarla kuracağı görünmez bağlara, ekmek kadar su kadar ihtiyacı var.

Yazar da bu hakikati şöyle ifade ediyor:

“Bir çocuğun ne kadar çok sağlıklı ilişkisi varsa, herhangi bir travmayı atlatıp ilerleme kaydetmesi de o kadar ihtimal dahilindedir. İlişkiler değişimin aracıdırlar ve en etkili terapi insan sevgisidir.”

Bunlar da hoşunuza gidebilir...