EĞİTİM OKUL Ergen- Genç İÇ DÜNYA KADIN

Suçlu olmak belki de güzeldir

‘Şimdi size bir çok iletişim probleminizi çözmenize yardımcı olacak harika bir yöntem söyleyeceğim.’

Bir çok tanıdığım uzman yukarıdaki cümleye benzer bir giriş yaptıktan sonra ‘elbette ki öyle harika bir yöntem yok böyle cümleler dikkati çektiği için ve böyle harika bir yöntem olamayacağına dair farkındalık açısından yazdım.’ türünden bir açıklama yapar.

Artık böyle girişlerin ardından böyle açıklamalar okumaya da alıştık yani. O yüzden dikkatimizi de çekmiyor.

Dikkat çekebileni, söyleyecek bir sözü varmış gibi algıladığımız için böyle yapıyorlar tabi, suç belki biraz da bizde. Hatta belkisi fazla.

Herneyse yazının konusu bu değil. Size kendimce harika bir yöntemim olduğunu söylemek isterim. Çünkü uygulayabiliyorum.

Zira her yöntem uygulayabildiğimiz kadar harikadır, öyle değil mi?

İletişim kurmak, herhangi bir şekilde bir rahatsızlığımı paylaşmak ya da birinden asla yapmak istemediği bir davranışı beklediğim zaman, özetle çoğu zaman işe yarıyor.

Yöntem kendi kusurumu kabul etmek… Kendi nefsimin de kötü olduğunu kabul etme yöntemi… Bana sorarsanız hem uygulaması kolay hem de uygulayabilirseniz eğer, kolaylık hayatınızın devam eden kısmında da ilginç bir şekilde varlığını sürdürüyor.

Uygulaması kolay çünkü insanın kendini kusurlu ve nefsini her kötülüğü isteyen bir varlık olarak algılaması şöyle bir nefes almasına yardımcı oluyor.

Kusurları kendine almayan, arınmış, hep beğenilecek davranışlar sergileyen bir kişilik iddiasını taşımak kadar yorucu ve stresli bir şeyse yok. Böyle yaşamak o kadar ağır ki cehennem ateş boğulmak aklınıza ne gelirse.

Yöntemin kaynağı insanı kalbinin derinliklerine inerek tutup kaldıran Kur’an-ı Kerim. (Nisa Suresi ayet 79’da)

İnsanı asla sahip olamayacağı bir pozisyona itip baskılamak yerine, anlayan ve bak sen böyle birisin ve böyle güzelsin diyen kitap.

Kötülüğünü kabul ettiğin kadar iyisin, kusurlarını kabul ettiğin kadar kusursuzsun diyen kitap.

Yöntemin uygulaması içinse Bediüzzaman Said Nursi’nin bir anısından ilham alıyorum.

Kendisine ‘Namaz kılmak iyidir ama her gün her gün beşer defa kılmak çoktur’ diyen kişinin bu yorumunu değerlendirirken, Bediüzzaman’ın kendi nefsine olan yaklaşımından.

Yok hayır namaz insana zor gelmemelidir, demiyor. Öyle düşünmemek lazım, bu ne kadar isyan taşıyan bir cümle, bu ne kadar pest bir düşünce gibi yorumlar yapmıyor da, kendi nefsinden de aynı cümleleri duyduğunu itiraf ediyor. (Elbette böyle söyleyen nefsi ikna edecek ikazlarını devamında söylüyor ama hepsinden önce kendi nefsinin de aynı şeyleri söylediğini kabul ediyor.)

Burayı her okuduğumda, herhangi bir insanoğlunun böyle bir varoluşsal pozisyon alabilmesi haline hayran oluyorum. Bu çok büyük bir şey.

Benim nefsim kötülüğü isteme noktasında senin nefsinden aşağı değil cümlesi, bu yüzyılda aman Allahım herkesin ne kadar da duymak istediği bir cümle aslında. Ya da kendi kendine söylemeye çok ihtiyaç duyduğu bir cümle.

Bu cümleyi günümüz gençliği büyüklerinden biraz duyabilse işler çok değişirdi herhalde. Fakat yok duyamıyorlar. Hep kendilerinin ne kadar şımarık, israfçı, değer bilmeyen, zamanı boşa harcayan bir nesil olduklarından yakınan bir ‘grup’la muhataplar. Hep gençlerin nefsi kötü bir tek.

Bu yeni nesilden şikayet edenler de, tabi nefisleri terrrtemiz, hiç öyle pest ahlakları olmayan, kendi nefislerinden asla öyle olur olmaz işler beklenmeyen ideal kişiler. Biz böyle şeyler yapmazdık deyip durarak kendilerini temize çıkarıp duruyorlar.

Aynı kendini ‘tertemiz gören’ psikolojiye sahip olduğum zamanlar, ki benim nefsim de herkesin nefsi kadar kötülüğü isteyen bir nefis olduğuna göre hayatımın ne çok döneminde bu psikolojiye sahip olduğumu varın siz düşünün, etrafımda ne kadar güçlü kuvvetli terör estiren bir varlık haline geldiğimi hayretle izliyorum. Beğenmeyen, yargılayan, eleştiren, hiç olmadık yerlerde dağlar kadar kusur bulabilen biri olup çıkıyorum.

Böyle olduğum zamanlarda asla hiç bir sağlıklı sınır koyamıyorum insanlarla. Çocuğuma ekrana fazla bakma çocuğum mu diyeceğim mesela, ne kadar da ekran meraklısısınız (ana fikir ben hiç ekran meraklısı değilim) deyip bağırıp duruyorum. Bir iş bir yardım mı isteyeceğim, iş olduğunu bilseniz dünyaya gelmeyecekmişsiniz deyip onları iyice karalıyorum. Sanki ben iş yapmayı çok seven çoook çalışkan biriymişim.

İşte insan nefsini temize çıkarma işinde bu kadar kör bu kadar aymaz olabilmektedir rahatlıkla.

Çorabınızı oraya fırlatmak da nedir Allah aşkına, bunu nasıl yapıyorsunuz dediğimde ‘ben bunu asla yapmam’ın altını çizmiş oluyorum. Onlara kızmamın nedeni kendi kendimle ilgili algım oluyor. Aramıza varlıkla yokluk arasındaki kadar mesafe giriyor ben kendimi kusurlardan uzak görünce.

Zaten bir insana, bir hususta kendi yapabilişinizi ima ederek aynı şeyi başarmasını salık vermek kadar itici, antimotivasyon kaynağı bir tutum yok yani.

Yavrucum, ben de çorabını ortalığa fırlatan biriyim (ki gerçekten öyleyim) olur böyle hatalar, ben yorulmuyor olsam ömrümün sonunda kadar sizin gibi gözbebeklerimin her döküntüsünü toplarım, ama wallahi de çok yoruluyorum be çocuğum, bak ben aciz ve zayıf bir varlığım, anca kendi döküntümü topluyorum be çocuğum diyebildiğimde ise, balkabağı hepimizi içine alan ışıl ışıl bir atlı arabaya dönüşüyor.

Eşimin bir hatasına kızdığımda, ben de bu hatayı senin kadar yapan biriyim diyebiliyorsam eğer, aramızda hiçbir toplumsal cinsiyet felsefesinin sağlayamayacağı inanılmaz bir eşitlik sağlanıyor. Ne ben kendimi kusur işlemez asla zalimlik yapmaz bir kategoride görmüş oluyorum, ne de onu kusur işlediği için dünyanın tahammül edilmez kişisi konumuna indirgemiş olmuyorum.

Elbette onun hatası varsın devam etsin şeklinde bir bakış açısına da atlamıyorum. Fakat kavga hali olmuyor en azından. Çünkü aslında kavga ederken karşımızdaki insanla kavga etmeyiz, onun neden böyle olabildiğiyle ilgili razı olamayış haliyle kavga ederiz. Değil mi? Kavga ederken kendinizi yoklayın.

Sonuçta kendimize de aynı kusuru açık yüreklilikle yakıştırmadığımız zaman serde yürek falan kalmıyor. Kimseyi sevemez hale geliyoruz. Çünkü bir tek kendimizi seviyor oluyoruz.

Tüm bu süreçleri yaşarken dönüp kendimize ve yaşadıklarımıza dışarıdan baktığımda ise çok başka bir şey fark ediyorum.

Aslında diyorum, suçumuzu ve kusurumuzu kabul etmemizin insanlarla ilişkilerimizi güzelleştiriyor olması, sadece çok küçük bir sonuç.

Asıl büyük sonuç, kendi anlamımızla ilgili. Kimi nasıl neden seveceğimizle ilgili.

Aradığınız kusursuzluğa ne kendinizde ne başkalarında ulaşılamıyor, lütfen doğru yerde aramayı deneyin demiş oluyor hayat bize.

Tabi bu mesajı, yaşantımızı karanlıkta değil, Kuran’ın ışığıyla okuyabilirsek duyabiliyoruz.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...