İÇ DÜNYA KADIN

Tanıyalım diye

Gittiğim spor salonunu, günlerinin ders programıma uymaması nedeniyle değiştirdim geçtiğimiz haftalarda. Yeni başladığım yerde ilk günlerden birinde başıma ufak bir kaza geldi.


Şu görmüş olduğunuz en sağdaki beyaz dolabı açmamla birlikte alnımın ortasına sivri bir darbe yedim.  Hem de oldukça sert bir darbeydi çünkü hızla çekmiştim kapağı. Kızlarımı bekletmeme psikolojisindeydim, salonda beni bekliyorlardı. Kapağın üst kısmını normalin iki katı eninde yapmışlar, üzerime geleceğini hesap edemedim.

Birden gücüm kuvvetim kesildi kendimi mekanın ortasındaki oturma alanına attım. Neye uğradığımı şaşırmış halde yapabildiğim tek şey elimle kafamı tutmak… Yanımdaki hanımefendi durumu fark edip noldu iyi misiniz diye soruyorken cevap vermeye çalışmaktayım.

Derken içeriye elli yaşlarında biri girdi ve aa noldu size hemen revire haber vermemiz lazım diyerek birilerini çağırmaya gitti. Yok gerek yok derken elimi alnımdan bir çektim baktım ki elim kan içinde.

Neyse hemşire ve hocalar geldi, buz kondu. (Aslında aynı sorun daha önce defalarca yaşanmış, şikayetler edilmiş.)

Derken 50 yaşlarındaki hanım çok başka bir cümle kurdu gözümün içine bakarak: ‘Bu dolaplar kesin bir erkek tasarımıdır, mutlaka bir erkeğin işidir.’

Aslında çok nazik ve sempatik bulduğum bu hanımefendi konuşmanın devamını getirmemi beklese de onun için üzülmekten başka bir şey yapamadım o an. Üstelik kafamdaki buzla ve çektiğim acıyla daha çok meşguldüm. Ama eğer erkeklerle ilgili bir kuyruk acım filan olmuş olsa, hissettiğim fiziksel acıyla bir güzel galeyana gelmek için biçilmiş kaftan bir andı.

‘Öyledir canım şu evrende bir hata varsa onu mutlaka erkekler yapmıştır’ şeklinde bir cümle kursam hiç mantıksız bulunmayacaktı. Ya da ‘canım bir kadın bir yerde bir acı çekiyorsa onda mutlaka bir erkeğin parmağı vardır’ desem ayarsız genelleme ya da karalama yaptığım akıllara bile gelmeyecekti.

Aynı mantık kadınlar için yürütüldüğünde de aynı şekilde üzülüyorum.

Böyle doludizgin erkek nefretiyle veya dolu dizgin kadın nefretiyle sık karşılaşıyorum. Özellikle trafikte.

Allahım sen beni ve ailemi, düşmanlığı en baskın duygusu olanlardan koru diyorum böyle anlarda. Sonrasında da genelde ‘li tearafu’ sırrına dalıp gidiyorum. (Hucurat 13. ayet)

Şu yüzyılda çok moda olan ‘farklılıklara tahammül’ lafının içi ne kadar da boş kalmış değil mi?

İnsan kendinde bulunan özelliğin en güzel olduğunu düşünüyorsa, ki genelde öyle oluyor, farklılığı neden güzel görsün ki?

Kadınsa, en güzelinin kadın zihni olduğunu düşünüyorsa, erkek zihnini eksik ve kusurlu bulmuş oluyor. Ya da aynını erkek yapabiliyor.

Bugünlerde Malcom X’in kitabını okuyorum, acaba bir zenciyle arkadaşlık etmiş olsam onunla ilgili ne hissederdim diye düşünmeden edemiyorum. Ondaki şu yön bana ne kadar yabancı diye mi düşünürdüm acaba…? Tuhaf mı gelirdi?

Geçen akşam bir yarışma programı izlerken küçük kızım zenci bir yarışmacı hakkında ‘ayy ne kadar iğrenç’ dedi. Onu öyle yaratanın Allah olduğunu, onun çok iyi bir insan olabileceğini söyleyip düzeltmeye çalıştım.

‘Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık.’ (Hucurat, 13) ayetinde işte böyle sorun ettiğimiz, aşamadığımız farklılılarımız konu edilmiş.

Önce erkeklik ve dişilik, sonra da ırklar ve renkler. Seçmediğimiz, doğuştan getirdiğimiz kimliklerimiz.

Ayet böyle yaratılmış olmamızı ‘tanıyasınız diye’ kelimesiyle açıklamış. Biz farklılıkları düşmanlık, sevmeme, yabani bulma gibi uğurlarda harcarken tanımak…?

Beyazlar zencileri, zenciler beyazları, Türkler Kürtleri Kürtler Türkleri, erkek kadını kadın erkeği tanısın diyeymiş farklılıklar. Böyle bir tanıma niyeti, onunla ilgili sahip olduğumuz bilgiyi kullanma amacımızı değiştirir.

Derseniz ki tanıyınca ne geçecek elimize?

Bir kere, Bediüzzaman’ın şuradaki 2. meselede anlattığı gibi sosyal hayatımızın kolaylaşması, birbirimizdeki yardımlaşmaya yarayan özelliklerimizi görüp keşfetmek gibi bir ufuk var imiş. (Oysa biz tanırsak yardımlaşırız değil, onlardan ancak zarar görürüz ve onlar bizim elimizdekini alır mitleriyle büyümüşüz.)

İkincisi, ki bana daha ilgi çekici gelen kısım bu. Bize göre ‘farklılık taşıyanları’ tanıdığımızda, Allah’ı tanımış olacağız aslında. O’nun insanlara nasıl farklı özellikler verdiğini izlemek, Allah’ı tanımanın bir biçimi.

Farklılıkları tanırken tanıdığımız, farklılıklara sahip olanların kendileri değil onları öyle farklı Yaratan olmuş oluyor.

Sarı ırka, beyaz ırka, kızıl ırka, siyah ırka ve diğerlerine verdiği özellikler farklı. Bu özellikleri tanımak, görünümlerini, nasıl fenomenlerle yeryüzünde belirdiklerini seyretmek, çok zevk verici bir yolculuk olurdu… Ama biz Kuran’ın bu meselelere yaklaşımını öğrenmediğimiz için böyle bakmayı da hiç öğrenmedik elbette.

Kadın ve erkeğin farklılıkları da böyle bir tefekkür alanı oluşturuyor ama onlara da tanıyarak değil taşlayarak yaklaşmaya alışkınız.

Çünkü meselenin temelinde, hepsini özellikle böyle yaratan Biri olduğu duygusundan kopmuşuz. Bilgi olarak var ama duygu olarak yok bizde bu.

Tüm bunları düşünüp de içinde bulunduğumuz zamana dönüp bir bakınca, kendimi ortaçağda yaşıyor gibi hissdiyorum. Ortaçağ hadi ortaçağ imiş. Mazereti varmış. Acaba bizim mazeretimiz ne bilmemek veya hissetmemek için?

Üstelik tüm dünyada beyaz zenci farklılığını, ülkemizdeki Türk Kürt unsurlarını anlamlandırarak yaşamakta ortaçağın bile gerisindeyiz. Kadın erkek farkı gibi hayatın tam merkezindeki farkın holiganlık derecesinde düşmanlık nedeni olması git gide normalleşebiliyor.. Sonra birileri çıkıp farklılıklara tahammülü eşcinseller için var olan bir kavram gibi ele alıyor ve bazıları da bunu yutup hazmedebiliyor. Ya da vicdan rahatlatıyor, birilerinin farklılığını kabul edemiyişini eşcinsellerin farklılığını kabul ederek kapatmaya çalışıyor.

Bizim çocukların böyle durumlar için bir lafı var: ‘Olldu, gözlerim dolldu’

Seçimlere, kültürlere, yaşam tarzına müsamaha başka konular. Seçimler ve kültürler, insanların ürettiği ve değiştirebilecekleri, çok tartışmaya açık konular. Biz daha doğuştan gelenlere tahammül gösteremiyorken onları nasıl sağlıklı tartışabiliriz ki?

Aslında sorunumuz çok derin ve çok temelde.

Daha yaratılışa razı olma konusunda ciddi boşluklar var zihnimizde.

Yaratan’ın kusursuzluğu ve kusursuz yarattığına olan kanaatimizi hem bilgiyle hem duyguyla arttırarak boşlukları doldurabiliriz.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...