Amerika ya da Avrupa ülkelerine gidenler, orada yaşayanlar, oradaki insanların birbirlerinin yüzlerine nasıl sıcak baktığından, tanıdığına tanımadığına selam verdiklerinden, biriyle göz göze geldiğinde gülümsemeden geçmenin ayıp olduğundan filan söz ederler.
Ayrıca toplum içinde kurallara çok riayet ettiklerini, park edilmeyecek yere asla park etmediklerini vesaire anlata anlata bitiremezler.
Durumun böyle olmadığı yerler de vardır belki ama genel hal böyleymiş.
Türkiye’ye gelice, sanki bir nevi Afrika’ya gelmiş gibi hissediyorlamış kendilerini. Burada herkes birbirine düşman gibi bakıyormuş, insanlar park edilmeyecek yere park ediyormuş, hak hukuk tanımıyorlamış falan.
Burada herkesin öyle olduğu fikrine katılmıyorum. Mesela ekserisi muhafazakar orta ve alt sınıfın oluşturduğu bir mahallede oturmuştum, sokakta tanınan tanınmayan herkese selam veriliyordu orada, sıcak bir ortam vardı.
İnsanlar kozmopolit yerlerde kendilerini güvende hissetmiyorlar ve somurtkan oluyorlar diye düşünüyorum. Mesela Eminönü’ne gittiğinizde bu somurtkanlığı ve ciddiyeti daha çok görürsünüz, herkes o kadar farklı düşünceden, ahlaktan, muhittendir ki, yabancı hissettiği bu insanlara karşı koruma güdüsüyle yüzünü ciddileştirir. Gülümseme bir yakın görme, tanıma hissinin yansıması çünkü.
Neyse efendim bu Avrupa ve Amerika insanını övenlere içimden söylenirim hatta fena halde homurdanırım ben.
Yerlerinde olsam pislikleriyle dünyanın ağzına etmiş, gitmiş Afrika ülkelerininin kanını emmiş, doğunun bilmem nerelerine kadar gidip Hindistan’ı bile sömürmüş devletlerin insanlarını bu kadar beğenmezdim.
Batı insanını tanımış bir kaç insandan şöyle bir yorum da duydum:
‘Onların bu halinin sebebi değerlere olan düşkünlükleri değil, çıkarcılık duyguları çünkü düzenin güzel işlemesi kendilerinin yararlarına.’ şeklinde.
İlginç gelmişti bu yorum bana, bu demektir ki düzenin ve kuralların olmadığı bir yerde neye dönüşeceklerini kestirmek zor, diye geçirmiştim.
Düzeni Nasıl Kurdular?
Ya bu çok bağlı oldukları düzen nasıl kurulmuş? Ya da şöyle soralım, o düzeni büyük ölçüde maddî varlıkla inşa eden Avrupa ve Amerika, dünya savaşlarına girdikleri, onca maddi kayıp verdikleri, acı yaşadıkları halde nasıl böyle zengin kalmayı başarabilmişler?
Bir gezi programında izlemiştim. Sömürge bir Afrika ülkesinde göl kenarı, kıyı kenarı doğa güzelliklerini Fransızlar parsellemiş. Yerli halk o yerleri bilmiyor bile, hiç yanından bile geçmemiş, geçmesine imkan verilmemiş.
Düşünün, İstanbul boğazının kenarındaki evlerde, şehrin en müstesna yerlerinde İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar oturuyor, bizim halkımız ise varoşlarda zar zor karnını doyuruyor olsaydı.. Tüm bereketli topraklar, girişimler, para kaynakları yabancıların elinde olsaydı, bizim halkımız köle statüsünde çalışıyor olsaydı.. Nasıl bir ülkemiz olurdu.
İşte o çok medeni canavarlar bunu yapmışlar dünyada gittikleri her yere. O yüzden on milyonlarca masumun canı alınarak kazanılmış bir gücün ve refahın verdiği güven ve emniyet duygusu tiksinti verici geliyor bana. Bildiğin tüylerim diken diken oluyor.
Kendilerine hayran olmak şöyle dursun, hele siz de bir fakirlik görün bakın nasıl çıkacak gerçek yüzünüz ortaya diye geçiriyorum.
Ki krizlerle, sürekli kötüleşen ekonomilerle Avrupa ve Amerika bu sona doğru gidiyor. Ara sıra kepenk bile kapatanlar oluyor.
O görünüşte aldatıcı medeniyetleri, çalışmalarının karşılığını alamadıklarında, hedefledikleri refah seviyesine ulaşamadıklarında ne şekle girecek, nasıl bir yağma ve anarşizm kültürü üretecekler göreceğiz bakalım. İnsanın ne mal olduğu kötü günde belli olurmuş.
Onların her şerde hayır vardır, Mevla neylerse güzel eyler gibi manevî değerleri yok. Düzenleri manevî değerler değil, maddi varlık üzerine kurulu. O maddi varlık, o düzen olmayınca, hak hukuk bilen, kural tanıyan, gülümseyen insanlar olacaklarını düşünüyor musunuz? Neden olsunlar ki, gülümsemek karın doyurmuyor.
Ya Bizim Düzenimizi Kim Bozmuş?
Bizim insanımızın, tepeden inme kanunlarla hem kıyafetleri, hem harfleri, hem yaşam tarzları değiştirilmiş. Var mı ötesi, kendileri olmalarına izin verilmemiş. Böyle olacaksınız ve medenî olacaksınız diye kafalarına idam sehpaları inmiş.
Bunları göz önüne alınca halkımızın kavgacı, somurtkan, kibar olmayan kısmına hiç kızamıyorum. Kendi devletinden düşmanlık gören bir halk neden kendini güven içinde hissetsin ki?
Nasıl yolda tanıdığına tanımadığına selam veren bir harikalar diyarındaymış gibi davransın ki? Dost ve güven verici olmak için kuvvet aldığı tüm manevî değerler kendisinden bir bir koparılırken, nereden kuvvet bulsun ki?
Geçenlerde radyoda Yavuz Bahadıroğlu’nu dinliyordum. Yabancı düşünürlerin Osmanlı ile ilgili kanaatlerini okuyordu. Osmanlı’da erkekler yolda tanıdığına tanımadığına selam verirmiş, ellerini göğüslerine koyarak ve göz teması kurarak. Düşünürlerden biri buna çok hayran kalmış ve bunu yazmış. Bir tanesi de kadınların ne kadar asil olduğunu yazmış. (Kayıt etmedim isimlerini, sözlerini)
Biz böyle bir toplummuşuz işte. Fakat birileri bizim ruh sağlığımızla oynamış.
Ve bizim insanımız yine çok sağlam ayakta kalmış bence. O kadar idam, o kadar zulüm görmüşler, o kadar fakirlik, kriz açlık görmüşler, İsmet İnönü halkın ümüğünü sıkmış, yine de asayişe ve emniyete zarar verecek anarşistçe ayaklanmalar içinde olmamışlar. İnsan canının kudsiyetini öncelemişler.
Bir ülkenin kendi içerisindeki kavgayla, savaşla bir yere varılmayacağını bilmişler.
Siz bu halkın yaşadıklarının onda birini gidin Batılılara yapın, görün nereleri ateşe verdiklerini. Nitekim biyolojik olarak buralı, fakat kafaları Batılı olanların azıcık burunları sürtüldüğünde neler yapabileceklerini gördük yaşadık. Onların hayatı ve hakları vardır, başka bir şey yoktur dünyalarında. Benmerkezci, bencil Batılı kafaya sahip olduklarını ispata gerek bırakmadılar.
Medenî Olan Medeniyet Götürür
Batılılar o kadar medenilermiş de neden gittikleri yerlere medeniyet götürmemişler diye sormadan da edemiyor insan? Neden insanlara hayvan muamelesi yapmışlar? Ve hala yapıyorlar?
Görüntü olarak insan olsa bile kendileri gibi düşünmüyorsa eğer, bir insanı insan olarak göremiyor bu pek medeniyet zirvesi insanlar. Kendileri gibi düşünmeyenlere medeniyet öğretmek ya da medenî davranmak lazım geldiği fikrinde değiller.
Yani anlayacağınız onların medeniyetleri, kendilerine!
İngilizlerin Avusturalya yerlileri Aborjinlere yaptıkları. Temsilî bir örnek sadece. Bunların yaptığı zulmü, katliamı saysak ciltler dolusu kitaplar dolar.
Hoş durum bugün de farklı değil, burnumuzun dibindeki Gazze’de çocukların kafasına bomba yağarken bu pek medenî devletlerden çıt çıkıyor mu?
Gazze için gösteri yapan Avrupalılar da var. Küçük bir kısım da olsa onları tenzih edelim. Sözümüz ve düşmanlığımız devlet politikalarına ve halkın da İslam’a ve doğu insanına düşmanlık besleyen, barbar olarak gören çoğunluğuna.
Üstad Bediüzzaman diyor ki:
Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.
Yani batı düşmanlığı, İslam birliğine ve kardeşliğin inkişafına sebep!
Onlar nasıl düşmanlar Doğu’ya, Orta Doğu’ya bizim değerlerimize, biz de onlara, hayran olmak şöyle dursun ciddi birer düşman olmalıyız!
Düşmanlık ettiğimiz kısmı, elbette Avrupa’nın insanlığa, bilime hizmet eden kısmı değil, medeniyet görüntüsü altındaki emperyalizmi ve emperyalizmle kazandıklarıdır.
Bize batı düşmanlığı lazım, hayranlığı değil. Mazlum yerli halkların ciğerini sökerek kurdukları düzene, kazandıkları medeniyetlerine hayran olanın aklına şaşmalı! Vicdanına hayret etmeli!
Ve şöyle demeli:
Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Bediüzzaman Said Nursi