Eğitim sisteminden şikayet etmeyen yok. Teogun kaldırılış sürecinde kısa süreli de olsa yine gündem oldu sorunlar aksaklıklar. Herkesin bir fikri var sorunlarla ilgili. Sorunlar da dallı budaklı. Yüzlerce.
Bu sorunlar nelerdir hemfikir olunabilir mi bilemiyorum. Sorunların sonuçları üzerinde hemfikir olunabilir ama.
Bana göre eğitim sistemindeki sorunların en büyük sonuçlarından biri şu. Eğitimde duygu yok. Hiç bir güzel duygu vermiyor okul çocuklara. Anlatım çok duygusuz.
Ben bunu şöyle basitleştirerek tasvir ediyorum kendi kendime.
Diyelim hiç koltuk görmemiş koltuğa oturmamış birine koltuğu anlatacaksınız. Nasıl anlatırsınız?
Bak böyle yerden 30-40 cm. yüksek yumuşacık bir şey dersiniz. Oturduğunda ayakların yere basıyor çok rahat oluyor dersiniz. İstersen ayaklarını biraz rahat da uzatabilirsin dersiniz. Yanlarda kollarını koymak için yüksek kısımlar var dersiniz. Ha en önemlisi de sırtını yastığa dayıyorsun hem de öyle dimdik değil hafif açıyla dersiniz. İstersen kafanı da az geriye atarsın oh mis dersiniz. Bu koltuk denen şeyin bazen üçlüsü bazen teklisi ikilisi oluyor dersiniz. Senin tercihine bağlı hangisiyle rahat edeceksen onu seçiyorsun dersiniz. Herşey senin rahat etmen için düşünülmüştür dersiniz. Biçim ve renklerde de her estetik zevke hitap edilir dersiniz. Ayy ne güzelmiş der dinleyen. Sizin duygularınıza özenir.
Ama biz nasıl anlatıyoruz eğitim dilinde? ‘Koltuk, en az 60 en fazla 150 cm genişliğinde, sırtlığı 60 cm oturak kısmı 30-40 cm yüksekliğinde, insanların ayaklarını yere basmaları, sırtlarını dayamaları için, ahşap veya metalden iskelete giydirilen süngerin kumaş kaplanmasıyla ortaya çıkan bir modern zaman eşyasıdır. (yükseklikleri de attım ha)’ diyoruz.
Ne kadar sıkıcı değil mi? Ne kadar ruhsuz duygusuz..
Peki ama neden böyle anlatılıyor? Böyle anlatılmak zorunda mı?
Bu soğuk dil nereden çıkıyor?
Şuradan çıkıyor olsa gerek. Sıcak ve duygulu anlatırsanız insanda koltuğun var oluşuna karşı bir sevinç oluşacak. Koltuğun yapılışıyla ilgili bir minnettarlık duyacak kişi. Koltuğun kendine göre ayarlanmış olmasından dolayı müteşekkir olacak. Bu koltuğu yapan ne iyi yapmış ne güzel düşünmüş diyecek. İnsanca bir duygusal bağlantı kuracak. Kursun ne var bunda?
Okulda bir çocuğa bak bu ne harika bir iskelet sistemidir derseniz, şu da ne muazzam bir beyindir derseniz duyguları harekete geçecek. Bunlar ne de güzel düşünülmüş diyecek dersin detaylarını öğrendikçe. İnsanca bir duygusal bağlantı kuracak. Kursun ne var bunda?
Olur mu hiç sayın seyirciler, o zaman kişi dinin konusuna girmiş olacak..
İnsan gibi hissedecek kendini.
Eğitimde böyle bir dil olursa insan kendine yakışan yaklaşımı sergileyecek. O güneşi oraya koyan ne güzel koymuş diyecek. Etrafında gezegenleri döndüren ne güzel döndürmüş diyecek. Bu ne de güzel bir düzendir diyecek. Minnettarlık duyacak, kendini özel hissedecek.
İşte böyle yaparsa çok büyük tehlike var yalnız. Dinin konusuna girmek. Cısss. Neden bilmenin ve farkında olmanın değil de dinin konusu oluyormuş diye sorarsanız yine dinin konusuna girmiş olursunuz. Cıss.
O zaman ne yapılacak. Dinin konusuna girmemek için her yol denenecek. Şu dünyada bir yabancı gibi hissedilecek. Düşünülmüş olmanın sıcaklığından mahrum kalınacak. Bir tasarım düzeninin içindeki tasarım olmanın minnetinden de haberdar bile olunmayacak. Bu kadar ince matematik hesapların içinde var edilmenin güveninden de uzak kalınacak. Soğuk bir dille öğrenilecek herşey. Kendi kendine oluyormuş gibi. Oluşlarda hiç hayret edilecek bir şey yokmuş gibi.
Bana göre eğitim sistemindeki en büyük sorun bu.
Güneş aynen şöyle öğrenilecek mesela:
‘Dünyamızın içinde bulunduğu sistemin merkezi kabul edilen, çevresinde gezegenlerin dolaştığı ve yeryuvarlağına ve gezegenlere ışık ve ısı veren, her gün doğup battığını gördüğümüz parlak ve büyük gökcismi.’
İnsana yakışan bu yaklaşım bu muydu halbuki…
İnsana yakışan duygu değil miydi oysa ki…
İnsana yakışan sıcaklık ve yakınlık değil miydi oysa ki…
İnsanın istediği de bunlar değil miydi zaten…
Sıcaklık, yakınlık, güven.. Değil miydi?