Bu soruyu hepimiz zaman zaman kendimize sorarız. Çocukla yaşadığımız bir tatsızlık anında alelacele, çocuğumuza nasıl yaklaşmak gerektiğini düşündüğümüz anlarda uzun uzun, bu soruyu kendimize sorarız. Sert mi olsam yumuşak mı? Yumuşak olunca kontrolü kaybetmekten, sert olunca da çocuğu incitmekten korkarız. Elimdeki kitapta da, bu konuda acı çekmeyen bir anne baba olmadığına değinilmiş.
“Sert mi olmalıyım yumuşak mı?” sorusunu biraz incelersek, soruda iki ihtimalden başkası yokmuşcasına soruyu kendimize sorduğumuzu görürüz. Yani ya sertlik ya yumuşaklık alternatifi vardır, başka alternatif yoktur gibi bir kabul vardır bu soruda. Ya yumuşak olunur ya da sert, başka türlü olunamaz gibi.
“Sert mi yoksa hoşgörülü mü olma sorusu sosyal bilimcilerin “sahte sorun” dedikleri şeydir. Bu aslında açık bir “ya o/ ya o” düşüncesidir. İki liderlik biçimi arasında seçim yapmaya gerek olmadığını anlayan anababa ve öğretmenlere çok seyrek rastlıyorum. Sertlik yumuşaklık ölçeğinin iki ucunda olmaktan başka bir seçeneğin olduğu pek bilinmiyor.”
Kendimize sorduğumuz bu soru bence bir çok şeyin ipucunu veriyor. Aslında ne sertliğin ne de hoşgörünün tamamen doğru olmadığını bildiğimiz anlamına geliyor en başta. Çünkü ikisine de güvenemiyoruz. Ayrıca çözüm olarak başka bir yol bilmediğimizin de ipucunu veriyor bu soru.. Sertliğin veya yumuşaklığın konuyu çözmeyeceğini bildiğimiz halde, başka bir seçenek de göremiyoruz.
“Çoğunuza bir kurtarıcı gibi gelebilecek üçüncü seçenek ne otoriter ne hoşgörülü, ne sert ne de yumuşak olmaktır. Bunun anlamı ölçeğin ortalarında olmak, biraz sert biraz yumuşak olmak mıdır? Hayır, öyle değil. Seçenek ölçeğe vurulmamaktır! İster evde ister sınıfta olsun otoriter liderlik, denetimin yetişkinlerde olması; hoşgörülü liderlik, denetimin küçüklerin ellerine bırakılması anlamına gelir. Otoriter anne babalar ve öğretmenler çocukları denetler ve yönetir; hoşgörülü olanlar çocukların denetlemesine ve yönetmesine izin verir. (Ör: Bizim çocukların dediği dediktir.) Hoşgörülü olanların sayısı çok azdır. Onlar denetlemez ve yönetmezler. Böyle hoşgörülü öğretmenlerin sınıfları gürültülüdür, çocuklar kural ve sınır tanımazlar. Hiçbir anababa ve öğretmen kuralsız hoşgörünün neden olduğu karışıklıktan mutlu değildir. Hepsi acı çeker. Çocuklar da bundan hoşlanmazlar”
Burada kesip lisedeki bazı hissiyatımdan bahsetmek istiyorum. Yazarın bahsettiği şekilde çok hoşgörülü birkaç öğretmenimiz vardı. Ne istersek yapıyorduk, konuşanlar bağıranlar birbirine uçak atanlar. Sınıf değil de okul bahçesiydi sanki. Hatta bir ara evden her gün birimiz bütün sınıfa yetecek makarna çay börek getirip, açık açık sınıfta yiyorduk. Ne istersek yapıyorduk ama o ne istersek yaptığımız anlarda nasıl bir sıkıntı hissettiğimi anlatmam zor. Ne isterse yapabileceğini bilmek insana garip bir usanç veriyor ve hiçbir şey yapmak istemiyorsun. Kendini boş bir alanın ortasında bırakılmış, istediğin tarafa gidebileceğin ama hiçbir tarafa gitmek istemediğin bir ruh halinde buluyorsun. Kendimi bırakılmış, laubali, ciddiyetsiz ve boşu boşuna hissediyordum. Herkes öyleydi. Dersten sonra toparlanmak epey vakit alıyordu. Gerçekten de çok kötüydü. Yazarın bu duruma dikkat çekmesi çok yerinde olmuş. Böyle ortamlarda kaos olduğu, düzen olmadığı üzerinde durulur da ortamdakilerin duygularından pek bahsedilmez. Çocuk ve gençlere sorsak, böyle hiçbir kuralın olmadığı ortamlardan, katı disiplin ortamları kadar olmasa da hiç hoşlanmadıklarını söyleyeceklerdir.
“Gençlerin çoğunun yetişkinlerin hoşgörüsünden rahatsız oldukları bir gerçektir. Kendi istediklerini yapmaktan suçluluk duyarlar. Sevilip sevilmediklerinden emin olamazlar, çünkü düşüncesiz davranışlarının kendilerini sevimsizleştirdiğini bilirler.”
Hoşgörünün ana babaya ve çevreye de çok zararı var mutlaka ama en büyük zararı çocuğun kendisine verdiği zarar. Hoşgörüyle yetişen çocuklar her istediklerini elde ettikleri için, hiçbir sınır tanımaz hale geliyorlar. Çevre de onlara şımarık diyor. Kendilerine gösterilen hoşgörü nedeniyle her zaman daha fazlasını isteyebileceklerini biliyorlar ve istiyorlar ama daha fazlası da onları tatmin etmiyor, çünkü daha fazlasını da isteyebilirler. Bu yüzden çoğunlukla mutsuz görünüyorlar. Ama en vahimi de sevilip sevilmediklerini bilmemeleri. Hem çevre onlara sürekli şımarık diyor, hem de anne baba hırçın ve asi buluyor. İnsanların kendi hakkındaki bu fikirlerini bilen çocuğun kendini nasıl “sevilmeyen” hissettiğini düşünün.. Anne babanın çocuğa iyilik ettiğini düşünerek körü körüne hoşgörü uygulaması gerçekten de çok trajik sonuçlara sebep olabiliyor.
Yazıları başından beri takip ediyorsanız, burada şöyle bir düşünce aklınıza gelmiş olabilir: Baskıcı katı disiplini de doğru bulmuyorsunuz, hoşgörüyü de. Peki neyi savunuyorsunuz, ortaya koyduğunuz çözüm ne, söyleyin de yapalım o zaman? gibi.. İnanın kitabın başlarında aynı şeyler benim de aklıma geldi.
“Kitabın ana fikri, hem otoriter hem de hoşgörülü yetişkinler için çocuklarla baş edebilecekleri çok daha kolay bir yol, geçerli ve etkili bir seçenek olduğudur. İleriki bölümlerde bununla ilgili yöntem ve becerileri anlatacağım. Değişimi gerçekleştirmek zor değildir. Yetişkinlerin yapacakları tek şey birkaç yeni yöntem ve beceriyi öğrenmeye istekli olmaktır”
Bu yöntemler çocuğu algılamada değişiklik yapmakla başlıyor. Çocuğu farklı algılayınca, çocuğa bakış açımız, muhatap oluşumuz ve davranışlarımız da değişmeye başlıyor. Zaten ne gibi yeni davranışlar sergilememiz gerektiği de ayrıntısıyla işleniyor.
Şimdilik burada kalalım. Bir sonraki yazıya kadar hoşça kalın.
* Alıntılar “Çocukta İç Disiplin Mi, Dış Disiplin Mi?” isimli kitaptan yapılmıştır. Dr. Thomas Gordon, Sistem Yayıncılık