Bu yazı yaklaşık bir ay önce oğlumu parka götürdüğümde yazılmıştır.
………………………………..
Dün oğlumu parka götürmüştüm. Annelerin parka getirdikleri çocuklarını eve götürememelerini, götürmek için sarf ettikleri çabayı izliyordum. Anne babalar parkta sıkılıyor eve gitmek istiyordu ya da işleri oluyordu, çocuklar ise evde sıkılıyor parkta kalmak istiyordu.
Parka uğrayan her anne babanın yaşadığı bu sorundan bir yazıda bahs edeyim diye düşündüm. Çocuklar neden parka doymaz diye bir başlık atayım, anne baba ve çocuk tavırlarından ve olması gerekenlerden bahs edeyim diye düşünüyordum.
Bunları düşünürken telefonumdan mesaj sesi geldi. Mesaja baktım. Şaşırdım, irkildim. Bir arkadaşım beyin kanaması geçiren başka bir arkadaşın ölüm haberini yazmıştı.
“Bu sabah Nilay’ı kaybettik Büşra”
4-5 gün önce beyin kanması geçirdiği haberiyle sarsıldığımız Nilay’ı kaybetmiştik. Nilay 2,5 yıllık Eskişehir hayatımda tanıdığım, ekseriya gülümseyen, kendisini tanıyan insanların rahatlıkla “melek gibi” diye tarif ettiği hanım bir kızdı. Bakışlarında ve tavırlarında gurur eseri olmayan, biraz da gariban görünümlü bir kızdı. Annesi hastaydı, onun bakımıyla ilgilenirdi. Cumhuriyetten önce yapılmış hissi veren eski bir evleri vardı, annesi hasta olduğu için çok sorumluluğu ve sıkıntısı vardı. Sıkıntılarına rağmen ekseriya gülümserdi.
Evlendi Nilay da herkes gibi, mutlu bir yuvası oldu. 2003’te benim evlendiğim sıralarda bir oğlu olmuştu.
Öyle iyi kalpli bir anneyi kaybetmiş bir oğlu vardı şimdi Nilay’ın.
O çocuğu düşündüm, Nilay’ın oğlunu. 2 dakika önceki “çocuklar neden parka doymaz” sorum gözümde küçülüverdi. Nilay’ın oğlu parka gelip parka doyamama klasiğini yaşayabilecek miydi? Onu parka getiren birileri olurdu mutlaka ama, parka doyamamak onu ne kadar rahatsız ederdi bilemiyordum. Onun daha derin ve karmaşık doyamama sorunları olacaktı. Başta anneye doyamama sorunu, küçük yaşta yetişkin olmak zorunda kaldığı için çocukluğa doyamama durumu yaşayacaktı belki.
Üzüntüden ne düşüneceğimi ne hissedeceğimi bilemeyen bir halde oğluma baktım. Durmadan kayıyor, koşuyor, arkadaşlarına kum atıyordu.
Oğlumu parka doysun diye parka getirmiştim bugün. Her gün çekeleye çekeleye eve götürmekten bunalmıştım çünkü. Evden çıkarken eşime “bugün bu çocuğu parka doyuracağım” demiştim. Dışarıda 4 saat kadar durduk. Parktan çıktık çarşıda gezdik, simit aldım ona. Gezdik gezdik. Sonra yine parka geldik sallandı kaydı, sallandı kaydı.
Eve geldik ve beni şaşırtan tepkiyi gördüm oğlumdan. Eve geldiğimizde hiç de doymuş gibi bir hali yoktu, hatta apartmana her günkü gibi zar zor girdik, ağlama, direnme ayak direme sesleri içinde..“pes yani” dedim yorgun bir şekilde, 4 saat durduk yine doymadı.
İçimdeki acıyla beraber her günkü gibi bir gün geçirdim. Yemek hazırladım, sofra kurdum, bebeğimin gülücüklerine karşılık verdim. Eşimin esprilerine güldüm. Çocukları uyuttum. Bunları yaparken insanların neye ne kadar doyduklarını düşündüm.
Ertesi gün yani bugün oğlumu yine parka getirdim. Yine Nilay’ın oğlunu düşünüyorum. Ama bugün o kadar üzülmüyorum o çocuğun haline, annesine doyamadan kaybetti diye üzülmüyorum o kadar.
Oğlumun parka o kadar uzun süre durduğumuz halde doyamaması beni çok düşündürdü. Uzun süre birlikte olmak insanın doymasını sağlayamıyordu. Ayrılık ne zaman gelirse gelsin bir doymama acısıyla geliyordu. İnsan hiçbir zaman doyduğunu hissetmiyordu.
50 yaşındaki evladını kayb eden 70 yaşında bir anne, “evet ben evladıma doymuştum zaten artık” diyor muydu? Bu dünyadan kim “evet ben doydum artık” deyip gitmişti ki.
Parkta yarım saat durup ayrılmak daha alışmadan ayrılmak demekti zordu, ama 4 saat durup ayrılmak, alışıp bağlandıktan sonra ayrılmak demekti. O da ilki kadar zordu.
Erken ayrılıklara “ah yazık doyamadan gitti” dememizin sebebi aslında kendi doyma isteğimizin bir görüntüsüydü. Aslında doymak diye bir şey yoktu, “doymak istemek” vardı sadece. Bu istek yüzünden “doyamadan gitti” diyorduk, kendi isteğimizi dile getiriyorduk.
Hiç kimse doymuyordu hiç bir şeye. Doymak istiyordu ama herkes doymadan gidiyordu.
Nilay’ın oğluna da o kadar acımanın bir manası yoktu, çünkü hiç kimse hiçbir şeye doymadan gidiyordu. Aslında herkesin durumu o çocuğun durumu gibiydi. O çocuk bunu biraz daha hissederek yaşayacaktı, belki bazı şeylerden gaflet etmemesi için, bazı şeyleri fark etmesi için bu bir lütuftu.
Annesiz hayat çok zor olacaktı, ama annesiz hayatta daha çok şey öğrenecekti, daha ince duyguları olacaktı. İnsanların çoğu ona acıyacak, bu onu çok üzecekti. Ama zayıflığını hissederek sonsuz güce sığınmayı ve güçlü olmayı öğrenecekti. Bir annenin eksikliğini hep hissedecekti. Hem de en çok ihtiyaç hissettiği anlarda daha çok hissedecekti. Ama bu onu yetişkin yapacak, emsallerinden ileride olacak, olgun olacaktı.
Tanıdığım öksüz ve yetim büyümüş insanların hiç biri sıradan ve bayağı düşünceli insanlar değildi. En cahil gözükeni bile ince duygulu, zor anlarda diğer insanlardan farklı davranan, örnek oluşuyla farkındalığıyla seçilen insanlardı. Bir kaybı kalplerinde çok derin hissetmişlerdi belki ama o kaybın getirdiği nice niteliğe sahiplerdi.
Nilay’ın oğlunun ve annesiz babasız bütün çocukların bu güzellikleri hissetmeleri için dua ettim. Ve etraflarındaki büyüklerin de bu güzellikleri görebilmeleri için, acılarına rağmen…
Hepimiz doymadan gideceğiz bu dünyadan, doyma isteğimize rağmen. Çok şükür ki doyacağımız bir yere gideceğimizi biliyoruz bütün kutsal kitapların verdiği müjdeyle. Yoksa ölümler bizi bitirir, doymamalar hayatı anlamsızlaştırırdı.
Nilay’a Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanın doyma diyarı cennet olsun inşallah.
………………………………………………
Ne garip bir tevafuktur ki eskiden yazığım bu yazıyı açtım siteye koyacağım şu an, annem ve oğlum dışarıdan geliyor uzun süredir dışarıda oldukları halde oğlumun doymama sesleri geliyor apartmanı inleten.
Annem kapıdan girdi ve şöyle dedi, “Doymuyor ya bu hiçbir şeye”