Birsen Özkan’ın yarınki okul öncesi cinsel eğitim semineri duyurusunun altına bir ziyaretçi yorum yapmıştı. Dün gece yorumu onaylarken eşim de yanımdaydı ve ona da söyledim içeriğini. Sonra eşim de yorum yapmış altına. Derken bende de, ne zamandır söylenecek ama vaktini bekleyen şeyleri söyleme isteği kabardı.
Ne zaman, Thomas Gordon’la ilgili iyi bir şey yazsam sitede, ya da “bizim dindar camia”dan olmayan Birsen Özkan gibi bir isimle ilgili böyle bir duyuru olduğunda mesela, genelde Adem Güneş dinleyen ve kendisinden “yabancı yazar, bizden olmayan isim” antisempatizanlığı dersi almış bir çok kişi yorum ya da maillerle bana hep aynı mesajı verir: Siz dindar bir insansınız, nasıl böyle bizden olmayan eğitimcileri örnek alırsınız.
Daha önce Thomas Gordon’a ve EAE’ye Neden Takmışım Kafayı? yazımda bu gibi mesejlara biraz cevap vermiştim.
Bu yazıda biraz Adem Güneş’in mesajları üstünden giderek cevap vermek istiyorum. Adem Güneş, radyo programlarını dinlediğim, açıklayıcı akıcı sesinden, tatlı üslubundan hoşlandığım bir insan. Radyo programından kayıt da paylaşmıştım eskiden. Çocukları cinsel tacizden koruma ve mahremiyet eğitimi ile ilgili kitaplarını, mesajlarını ben de çok seviyorum. Zaten bu eğitimlerin esasını kitap ve sünnetten yani dinin kaynağından almış.
Gelgelelim, anadolu pedagojisi derken, bizim kültürümüz derken, biz derken insanları yanlış yönlendirdiğini düşünüyorum. Dindar olmak, anadoluyu ve kültürünü benimsemekmiş gibi yansıtıyor. Bugünkü Anadolu kadını ve ailesi, bir yığın hata ve cahillikle dolu. Çocukların kişiliklerine değer verilmiyor. 50 yıl öncesi de öyle. 100-150 yıl öncesi, din elden gidiyor korkusuyla büyüdüğü için “Ayakta su içmek çok günah çarpılırsın, ezan okunurken konuşulmaz” gibi insanın imanının derecesiyle ilgili sünnet-i seniyyeleri uygulamamayı kafirlik gibi yansıtan çok kötü içler acısı bir zihniyette. Ondan öncesi nasıldır ve Adem Güneş’in kast ettiği devir acaba o devir midir diye düşünmek ayrı bir tartışma konusu. Haydi o dönem(1800’lerin başı ve öncesi) çok iyi bir dönemmiş desek, o dönem hakkında kimin ne kadar bilgisi var, insanlar Anadolu pedagojisi deyince o dönemi mi anlıyor vesaire şeklinde, konu uzar gider. Mevalana, Yunus ve Fatih’i yetiştiren annelerin metodolojisi neydi diyerek, çok daha eski dönemlere vurgu yaptığı da oluyor.
Osmanlı’da, Anadolu’da elbette pedagojik anlamda güzel uygulamalar olmuştur. Amin alayı bunlardan birisi mesela, bu sene amin alayından esinlenerek 1. sınıfa başlayan oğlumla çok güzel şeyler yaşadık. Ancak Osmanlı ya da Anadolu kültürü, doğrularıyla beraber yanlışlara da sahne oldu. Biz derken Osmanlı’yı, dinî inancı, Anadolu kültürünü hepsini birbiriyle eş anlamda kullanmak, bence söyleyenini büyük bir mesuliyetin altına sokuyor.
Osmanlı’nın dine büyük hizmetler ettiğini kabul etmekle birlikte, dini temsil eden bir mevkide olduğunu söylemek fazla ileri gitmek olur. Dini temsil edenin Hz. Peygamber ve asr-ı saadet olduğu belli. Dindarlık kaygısı olan bir insanın, bizim derken kastettiği insanlar, alem-i İslam olabilir, bizim inancımız derken kast ettiği mana, kitap ve sünnet olabilir.
Koca bir Osmanlı dönemi geçirmiş olmasına rağmen, bugün hala şamanizmin ya da eski dinlerin geleneklerinden arınamamış Anadolu ya da Türk kültürü olamaz. Anadolu kültürü, bu topraklar, bizim kültürümüz filan derken, yanına “bizim inancımız” tamlamasını da ekleyip, hepsinin aynı şeymiş gibi gösterilmesi rahatsız edici.
Mesela, Anadolu insanına göre oğlun evlilik dışı ilişki yaşarsa, aslan oğlundur, erkek oğlundur. Kızın evlilik dışı ilişki yaşarsa rezil kızındır. Bunlar eski erkek egemen Türklük, kahramanlık ve şaman düşüncelerinden çıkmış anlayışlar. Kitap ve sünnete göre ise, kızın da yapsa oğlun da yapsa, aynı oranda yanlıştır, aynı derecede kötüdür. İkisi de aynı şekilde zinadır. Ve bu Anadolu kültürü, komşusunun bilmemkimin de oğluna aslan oğlum diyerek gaz verdiğini, sonra o komşu oğlanının gelip kendi kızına zarar verdiğini düşünemeyecek kadar acizdir işte.
Din, sırf Müslüman olmuş, içinden güzel insanlar çıkmış diye bir milletin, bir coğrafyanın anlayışlarını, “bizim bu sahip çıkalım” diyerek almayı, müslüman olmayanların tüm buluşlarını “aman bizim değil bu pis kaka” diyerek itelemeyi emretmiyor.
İşte aslında bütün hatalar, “din” dediğimiz değerin yanlış anlaşılmasından kaynaklanıyor. Din, fıtrattır. Dinin her emri fıtratı doğruladığı gibi, fıtratın her kanunu da dine aittir. Çünkü her kanunu Allah(cc) yaratmış. Fıtrata hayata yarayışlı bir şey, bir yabacının eliyle bize gelmiş olsa da dindendir. Fıtrattandır, yaradılıştandır. O yabancının malı değildir. Suyun kaldırma kuvvetini Arşimet yaratmadığı gibi, benim çok üzerinde durduğum iletişimle ilgili prensipleri de Thomas Gordon yaratmamıştır. Sadece bulmuştur, keşf etmiştir. Arşimet’in kaldırma kuvvetini bulduğu gibi.
Thomas Gordon’un kitapları içinde, çocuğunuza şu değerleri öğretin, bunları verin gibi, kültürel ya da dinî değerlerle ilgili bir tavsiye yapılmıyor. Çocuğunuza neyi öğretmek istiyorsanız isteyin o size kalmış, bakın bu yöntemi uygulayın, birbirinizi üzmeden kolayca öğreteceksiniz ve iletişimde başarılı olacaksınız deniyor.
……………………..
Tüm bu yazdıklarımdan bağımsız olarak şunu da belirtmek istiyorum. Adem Güneş’in Anadolu pedagojisi dediği şey nedir acaba diye 3-4 yıl önce Türkiye’ye yeni geldiğinde araştırdığımda, bazen birbirine benzeyen bazen benzemeyen, yorumlar ve fikirlerle karşılaştım. İlkesel olarak ortaya konmuş bir şey bulamadım. Programlarında, sorulara verdiği birebir cevaplar hiç kuşkusuz çok yerinde, zaten kendisi pedagog. Ama bunları belli bir anafikir ve birbirine bağlı, birbirini destekleyen konular ya da yöntemler şeklinde, bir sistematiğe oturtup bir bütün haline getirmemiş. “Davranışta kural, duyguları yaşamada özgürlük” gibi ilgi çekici güzel başlıklar atmış, (ki bu konu EAE’de, Gordon’un modelinde de benzerdir) ancak bir doğru yöntem tüm iletişim boşluklarını doldurmuyor. Dahası başka doğru yöntemlerle desteklenmezse, o doğru yöntem de bir süre sonra uygulanamaz hale geliyor.
Evet belki, insanımızı batı kültüründen uzaklaştırmak için iyi bir niyetle yola çıkmış, ama Anadolu pedagojisi dediği şeyin içini doldurmamış. Çünkü yukarıda yazdıklarımdan anlaşılacağı gibi Anadolu’da bu kavramın içini dolduracak pek birşey yok. Fıtrat pedagojisi dese belki daha doğru olurdu, ve bu hem kendisine hem de okurlarına çok daha ilham verici ve ufuk açıcı olurdu.
Evet Mevlana gibi, Yunus Emre gibi insanları nasıl anneler yetiştirmiş bunu merak etmek güzel. Ama onları yetiştiren anneler gibi olmalıyız duası bir akım ortaya koymak değil. Onları yetiştiren anneler, samimi fıtrat ve şefkat insanlarıydı şüphesiz.
Belki de yapar bilemiyorum, duacı olalım. Türkiye’ye geleli 3-4 yıl filan oldu galiba. Belki daha yeterli zamanı olmamıştır, ailelerle deneyimlediği herşeyi, cevap verdiği soruları derleyip bir bilgi ve bir sunuma dönüştürmek yıllar alacak bir iş. Böyle bir akımın, doğması, gelişmesi kemale ermesi bir kaç senede olacak bir iş değil. Bekleyelim, belki yöntemlerinin hepsini bir bütünlük içinde kurgular, sunar, hem de adı çok karışık mesajlar veren “Anadolu pedagojisi” akımının adını değiştirir. Hepimiz de istifade ederiz.
Sen kimsin de o kadar değerli bir insan hakkında bunları yazıyorsun diyenleriniz olabilir. Bence de değerli, orada bir sorun yok. Bir pedagog ya da psikolog olsam bunları yazmam belki etik olmazdı. Meslektaşımı beğenmiyor karalıyor gibi olurdum. Ancak şu durumda hizmet sunan değil alan kişiyim, müşteri gibiyim yani. Herkesin sunduğuna bakıp, hangisi gerçekten hayatta işime yarıyorsa bunun kritiğini yaparım. Bir limon bile aldığımızda, iyiyse suluysa çok beğeniyoruz, kötüyse işimize yaramadıysa canımızı sıkmıyor mu yani.
Kim ne derse desin, Thomas Gordon’un EAE’si benim işime yaradı, hayatımda değişikliğe sebep oldu. Oğlum 1. sınıfta, ödev sorunumuz hiç yok, daha doğrusu evde ödev diye bir mevzu yok. Kabul konusundan sonra çocuğumu olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim. Çocuğumu nasıl anlayacağımı, anladığımı nasıl göstereceğimi (etkin dinleme) öğrendim. Aile toplantısı yapıyoruz, rahatsızlıklarımızı dile getirip ortak kararlar alıyoruz. Ve yürüyor. Gerisi hikayetun la tentehi.
Ve ben Thomas Gordon için ölüp bitmiyorum, onun hayatına sahip olduğu değerlerde eminim bana göre hata olan, kötü olan çok şeyler vardır. Öğretisine herkesten çok sahip çıkıyorum, ama şahsına hayran değilim, tanımıyorum ki nasıl hayran olayım 🙂
Kabiliyetlerini geliştirmek için kim çok çalışır, Yaratıcı’nın verdiği merak ateşini kullanır ve araştırmacı gözüyle merakı tahrik ederse, Allah(cc) ona keşifler buluşlar nasip eder. Sonra başka insanlar o buluşları kullanır, bulanları da böyle ara sıra anar.
İşte durum bundan ibaret 🙂
…………….
Yazıya mevzu olan yorum, Birsen Özkan’ın okul öncesi cinsel eğitim semineriyle ilgili bir yorumdu. Bu konuyla ilgili çekincelerinize de değinmek istiyorum. Birsen Hanımla tanıştığımızı, geçen yıl grup çalışması yaptığımızı siteyi takip edenler biliyor. Cinsellikle ilgili verdiği bir eğitime daha önce katılmadım ama yarınki seminere gideceğim.
Kendisini yaptığı EAE öncülüğü yönüyle çok seviyorum ve saygı duyuyorum. Ancak daha önce grup esnasında, hayatımızdaki öncelikli değerlerimizin birbirine uymadığı konusunu konuşmuştuk. Ben benim için dinî değerlerin öncelikli ve evrensel olduğunu söylemiştim. Onun için tabi ki farklı.
Cinsel eğitim söz konusu olduğunda, dinî değerlerimizi ve kabullerimizi rencide edecek bir söylemi olacağı sanmıyorum. Öyle anlaşılabilecek bir durum olursa, ben seminer esnasında da söz alıp gerekli notu düşer, rahatsızlığımı dile getiririm. Kimsenin şüphesi olmasın.