Ağlamak için şu zavallı hale
İki göz ne kadar da az Allah’ım!
İnsanların acılarını kalplerinde hissedenler ağlamaktan geri duramazlar. Neyin acısı mı? Tabii ki var olmanın. İnsana var olmaktan daha çok acı veren bir şey olmamıştır. Tam bu noktada insanın en korktuğu şey de yok olmaktır. Ne çelişki ama! İnsana acı veren, sorularının cevapsız kalışıdır aslında. Neden ve neden? Var olmanın getirdiği binlerce soru ve binlerce sorun.
Acıkır insanlar ve yiyecek bulmak için mücadele ederler. Doymak bilmez ve daha fazlası için savaşırlar. Doğa ile mücadele eder, kendiyle mücadele eder ve insanlarla mücadele eder. Her şey fazlası ve daha fazlası için. Uzun emelleri olur insanın bir de. Liste bitmek tükenmek bilmez. Bunları elde etmek ister. Çırpınır, çabalar. Sonra, yıllar sonra geriye dönüp baktığında gördüğü tek şey heba olmuş yıllardır. Peki ama neden?
Kimileri idealisttir. Daha yaşanabilir bir dünya için mücadele ettiğini savunur. Dünyayı daha yaşanılır kılmak için ömrünü harcar. Yaşayamaz. Kimisi yakar yıkar ortalığı, güya dâvâsı için. Onun da dâvâsı dünyayı güzelleştirmektir kendince. Sonra bunların hepsi de dönüp bakarlar yaptıkları şeye ve manzara ortadadır. Ateşler içinde harap bir dünya ve kaybolmuş hayatlar. Neden?
Ağlatır insanı dertler, çileler, musibetler. Savaşlar, hastalıklar, ayrılıklar, ölümler, fakirlik, çaresizlik, yalnızlık. Milyonlarca insan ve milyonlarca hüzünlü hayat hikâyesi… Hepsini tanımazsın ama bilirsin az çok yaşadıkları hüznün derinliğini, tahmin edebilirsin ne hissettiklerini. Gözyaşlarına bir damla da sen eklersin. Bir damla ve bir damla daha. Derken hüznün sel olur sen de içinde boğulursun ve imdat dilersin. Kimden ve neden?
Yalnızsındır belki de sevdiğinden yoksun bırakılmışsındır. Belki sevdiğinin bile umurunda değildir bu durum. Kim bilir? ‘Ama olsun’dur. ‘Canı sağolsun’dur sevgilinin. Her anında bir melankoli kaplar yüreğini. Bütün yalnızların acısını hissedersin kalbinde. Her şeye rağmen ağlamamak için tutsan da gözlerini, ağlamak çoğu zaman istemsizdir. Göz yaşlarını ellerinle tutamazsın ki.
Hayat hep bir dram değildir aslında, ama en acıtan yanlarıdır sadece akılda kalan. Sürekli dertler büyür gözümüzde. Mutlu anlar sınırlı ve azdır. Bir sabun köpüğü gibi söner gider, geride hiçbir eser bırakmadan. Sarhoşluk ise istemlidir, ayılmak için delirircesine. Unutmak için soruları ve sorunları günaha ve sarhoşluğa verir insanlar kendini; hâlbuki tek dilekleri ayık olmaktır. Gaflet bir bataklıktır, insanlar mayo ve güneş yağı ile dalar içine. Gülüşmeler alabildiğine çamurludur. Kötü bir tat verir zamanla. Dönüp geriye bile bakamaz insan. Burnuna kadar batmıştır içine.
Herkes bir sebep bulur kendine yaşamak için. Bazen ise insan sebep bulmak için bile bir sebep bulamaz. Göremez, hissedemez kurtuluşa ne kadar yakın olduğunu. Kördür hissiyatı o anlarda. Gözleri ışığa duyarsızdır. Bütün soruların bir cevabı olduğunu nerden bilebilirdi ki insanlık? Her sorunun bir cevabı vardır ve her sorunun bir cevabı vardır. Mantıksız gelir bu insanlara aslında. Nasıl olur da bu kadar dertlendiğimiz sorunların basit bir cevabı ve kolay bir çözümü olabilir diye… Ama neden olmasın ki?
Neden üzülmek, neden ağlamak? Neden endişe bu dünya için? Hangi şey için çırpınıyoruz? Farkında mıyız acaba üzüldüğümüz şeylerin aslında bir sinek kanadı kadar değeri olmadığının? Bir sinek kanadına iliştirilmiş cevabı neden göremeyiz? Cevapların cevabını. Bütün dertlerin, tasaların, endişelerin çözümünü. Neden ait olmadığımız bu yerlere meftunluğumuz. Neden yabancı iken buralara bu bağlılığımız. Bilmediğimiz bir dili konuşuyoruz farkında mıyız? Aslında hiç sahibi olmadığımız şeyleri sahipleniyoruz. Evim, memleketim, elim, ceketim… Hangisi benim? Hangisi benim? Bu, o, şu?
Emaneti mülk zannedip onun uğrunda mukaddesleri çiğnemenin neresi insanca? Mukaddeslerle mukaddes olur insanoğlu. Pis bir sudan yaratılıp içine üflenen ruhla yücelmesinin başka ne anlamı olabilir ki? Bağlarını koparınca öte dünya ile, aslında ne kadar aşağılandığının farkında mı insanlık? Ya içimize üflenen ruh bizden çekilip giderse? Ne anlamı kalır varlığımızın?
Yürüyoruz bu yolda hepimiz. Bu yol yürümek için var, yürümeli. Durup oyalanmaya vaktimiz yok hiçbirimizin. Sürgünde olan bizlerin asıl vatana dönmesine ramak kalmış iken asla bizim olmayan bu yerlere neden bağlanıyoruz ki böyle? Vuslat yakın. Vakit doldu. Zamanın sonu. Benim olan yerlere gidebileceğim için mutluyum. Evim diyebileceğim bir yerin olması ne kadar da güzel olacak. Artık misafir olmamak gibisi var mı?
İsterdim ki uyanalım hepimiz. Birbirimizi ayık tutarak varalım varacağımız yere. Bütün sarhoşluklara, bütün gafletlere bir son verelim isterdim. Her mânâ bizi çağırıyorken öteye, birbirimizi burada acıya boğan şeylere göz kırpmayalım isterdim. Öyle ki oyar insanın gözlerini dünyanın dikenleri. Batmasın isterdim insana dikenler ve insanlar batmasın bataklığa.
Evet söylüyorum soruların cevabını. Cevapların cevabını. Dünya bir misafirhane, dünya bir misafirhane. Endişe etmeyin, tasalanmayın. Çünkü biz bu yerlere ait değiliz ki !!!
* Bu yazı UMUT YAVUZ’un Genç Yaklaşım Dergisi 2007 Nisan sayısındaki yazısıdır.