Yaşadığımız çağda çocuklara nasıl bir muamele yapacağımız konusunda iki şeyin bombardımanı altındayız diyebiliriz.
Bir tanesi geleneksel söylemler. Diğeri genelde uzmanlardan duyduğumuz modern söylemler.
Her konuda olduğu gibi eğitim metodlarıyla ilgili doğruların da ta kendisi hiç şüphesiz Allah ve Rasülünün sözlerinde var. Yani fıtrat denilen gizemli ama muntazam yapıyı en muamma detayına kadar tasarlayanda. Ve o fıtratın ilmini insana öğretende.
Fakat ne adetleri ne modern söylemleri toptan doğru kabul etmek ya da toptan reddetme lüksüne de sahip değiliz.
O sebeple şuna çok ihtiyacımız var. Hem adetlerin hem modern söylemlerin hakikatle, vahiyle, sünnet-i seniyye ile örtüşen ve çelişen yanlarını bilmek..
Ki hangi fikir bize yarar, hangisi muzırdır ayırdına varalım. Doğrusunu alalım, yanlışına karşı uyanık olalım.
İçinde hiç bir açık gedik bulunmayan bakış açılarıya, yan etkisi faydasından çok olan bakış açılarını birbirine karıştırmayalım.
Zihnimizdeki bulanıklıklardan kurtulalım.
Fıtraf Pedagojisi bu gayeye çok yerinde hizmet etmiş bence. Bana en başta bu bakımdan önemli geldi.
……………………………………………………………………………….
Tamamını buraya alamasam da kitapla ilgili bir kaç izlenimimi aktarayım:
– Hangi bölümde geçtiğini hatırlamadığım bir tespit böyle nasıl desem zihnimi yalınlaştırdı. İşimi kolaylaştırdı.
Günümüz uzmanlarının çocuğa yetişkin gibi davranın dediği, iki cihan güneşinin ise ebeveynlere aynı hususta ‘Çocuğunuzla çocuklaşın’ dediğine dikkat çekiliyordu.
O çok beğendiğimiz ‘çocuğu yetişkin sayma’ tasviyesini bir düşündüm.
Çocuğu yetişkin seviyesinde hayal etmeye çalışıyoruz.
Çocuğa yetişkin gibi davranacağım derken verdiğimiz cevapları fazla uzatabiliyoruz..
Çocuğa yetişkin etiketi yapıştırıp herşeyi bir kerede anlamasını bekleyebiliyoruz. (Ki yetişkinler bile anlamıyor bir kerede)
Yani çocuk yetişkin olmadığı halde öyle görmeye çalışmanın yan etkileri doğabiliyor.
Çocukla çocuklaşmak ise çocuğa olmadığı bir seviye atfetme yükünü beraberinde getirmiyor. Yetişkinliği çocukluktan daha ileri bir pozisyon olarak da tanımlamıyor.
Çocuklarla beraberken ‘en iyisinin’ çocuk gibi olmak olduğunu anlatıyor. Neşesini, doğallığını, saflığını kaybetmemiş çocuklar gibi olmak.
……………………………………………………………….
– Sonra dünyaya gelen her çocuğun sanıldığı gibi bembeyaz boş bir kağıt sayfası olmadığını vurgusu çok kaldı aklımda. Fıtratına yüklenmiş bir programla gelen farklı bir tohum gibi herkes.
Çocukları bazen dışımızdan bazen içimizden ne kadar çok karşılaştırıyoruz belki bu yüzden. Hepsi boş bir kağıt olarak gelmişti. Sonra anne babası ya da karşılaştığı durumlar onu öyle yaptı sanıyoruz.
Zihnimizde bazı metaforlarla sabitlenmiş farkında olmadığımız bunun gibi kodlar var. Oysa her insana verilen yüz, parmak izi, dna farklıyken kabiliyet ve potansiyel olarak standart bir aynılıkla gelmiş olamazlardı dünyaya.
Bazısı öyle bir çocuk. Bazısı başka türlü bir çocuk. Bazısı daha başka türlü. Her tohumun programı farklı.
…………………………………………………………………
– Sonra çok çok etkilendiğim bir bölüm vardı: ‘Anne babalar ilahî çağrı: Yavaşlayın.’
Eşime de okuttum hemen. Sakin ve itidalle birşeyler yapmak isteyen çocuklara hep hadi hadi yapışlarımı… Ne kadar hızlıysak o kadar doğru yapıyoruz zannetmelerimi… Hatta çocuklara sürekli nasıl daha hızlı olunur demeçleri verdiğimi düşündüm sorguladım.
‘İnsan pek acelecidir’ (İsra11) ayetiyle başlıyor bölüm. Ve tahliller yapıyor:
‘İnsan ona verilen ritimle kainattaki her oluşa, her değişime, her dirilişe eşlik edebilme potansiyeline sahip olarak yaratılmıştır. Öyle ki, içsel ritmi bozulmamış bir kişi teninde esen rüzgarı, gayret içinde evine ekmek taşıyan karıncayı, yavaşça ayakkabısını bağlayan çocuğunu huzur içinde hisseder. Hayata dair duyarlılık pelerini kuşanır. Zira duyarlı olmanın ilk şartı, yavaş olmaktır.
Hız algıyı tam olarak kullanamama halidir. Hızlılığıyla övünen pek çok insanın kendi ritminde yemek yiyen, ödevini yapan, üzerini giyinen çocuğunun yavaşlığına tahammül edemediğini fark edersiniz. Bu yüzden pek çok çocuğun ilk öğrendiği kelimelerden biri, kendi hızına tahammül edemeyen annesinin sıklıkla kullandığı ‘hadi’ sözcüğü olur.
Oysa Yüce Mevla kuluna yavaşlığı telkin eder. İnsanın aceleciliğini zaaflarından sayar. Terbiye etmesi için yollar gösterir.
Allah Resulü, yavaşlığı tavsiye ettiği ve övdüğü gibi, kendi de yavaş yaşamanın bizatihi örnekliğini teşkil eder. Lokmalarını yavaş çiğneyerek yemesi, suyu üç yudumda içmesi, namazlarını huşu içinde kılması, hep hayat sayfasına yazılmış ‘teenni’ örneklerindendir.’
İşte böyle bazı noktalarda uyandıran bazı noktalarda tam tersini yapmam gerekiyor demek ki dedirten bir kitap oldu Fıtraf Pedagojisi. Meraklılarına Hayy Kitap’tan Hatice Kübra Tongar imzasıyla çıktığını belirtelim.
Duydum ki ben ilkini okurken kitabın ikincisi çıkmış. Ne de güzel olmuş. İnşallah şöyle uzun bir seri filan olur.
Şahsen benim çok ihtiyacım var böyle kitaplara..