Geçen yıl şubat tatilinin bir haftasını babaannede bir haftasını anneannede geçirmiştik. Bu sene bir çok nedenin birleşmesinden dolayı evdeyiz.
Normalde çocukların okulu sebebiyle şehir dışına çıkamayıp dört gözle tatil bekleyen bir psikolojideyken, bu sene böyle oldu.
Bir bakıma da iyi oldu çünkü oğlum LGS sınavına hazırlanıyor, karne haftasında çok verimli bir çalışma kampına katıldı ve geri döndüğünde çalışma motivasyonu oldukça artmıştı.
Evde olmayıp gezme ve gevşeme modunda bir tatil geçirsek, çocuğun dikkatinin dağılmasına neden olacaktık.
Ancak günler okula gidiş- dönüş gibi rutinlerle belirlenmiş dilimlere ayrılmadığında çocuklarla evde olmak da bir sanat. Zira günün ilerleyişi belirsizlik üzerine kurulu.
A’nın B ile kavgası, B’nin C ile kavgası, A’nın C ile kavgası, A ile B kavga ederken C’nin onlara maydonoz olması, bu durumun diğer kombinasyonları, üçlü kavga filan derken bir sorunlu ilişkiler sarmalının başında kendimizi buluyoruz.
Bunun yanında doyması gereken mideler, yapılması gerekenler yemekler, üstelik tatilde çocukalara jest olsun diye mantı açarım, baklava yaparım türünden hayaller; ve dahi temiz tutulması gerekenler mekanlar, üstelik tatilde biraz daha sadeleşme işlerine ağırlık veririm türünden hayaller eklenince, sarmalda ‘eh körolası amma da sıkıymış ya açılmıyor’ dedirten düğümler beliriyor.
Tatil için düşündüğüm mantı açmak, evde değişiklik yapmak gibi planlarımdan vaz geçmek istemiyorum çünkü o zaman ‘aman ben kendi yapmak istediklerimi bir yana bırakayım yeter ki çocuklarla iyi olalım’ diye düşünüyorum ve sanki o sebep o sonucu doğuracakmış gibi bir yanlış beklenti içine girebiliyorum. Sonunda geldiğimiz yer de iç açıcı olmuyor. – Bu arada mantı açmayı bilen ve seven biri değilim, çocuklara eğlence çıkıyor, büyüklerin oldukça yardımı dokunuyor, yemek o gün bana ait bir iş olmaktan çıkıyor evde renk oluyor aktivite oluyor diye yapmak istiyorum. –
Yani sorun sarmallarıyla ilgilenmek artı mantı açmak gibi kendi yapmayı planladığım değişik şeylerin ortaya çıkaracağı yeni sorunlarla uğraşmayı göze almak gibi bir ‘chief executive officer’ pozisyonunda kendimi buluyorum. Ama bu CEO’luk öyle bildiklerinizden değil. Koca koca şirketlerde işleyen kurallar, gayet güzel uygulayabilseniz bile evin içinde işlemiyor. Çünkü ev insanların para kazanma güdüsüyle değil de duygularıyla yaşadıkları bir yer.
Üstelik bir yerde çocuklar ve kadınlar varsa, orada ne var demektir? Gerçek hayat var demektir. Katı olan herşeyi eriten kuralsızlık gibi, hiç bir teamüle eyvallah dememek gibi bir gidişat var demektir.
İşte biz anneler böyle kabına sığmayan bir ruhla varlığını sürdüren evin içindeki baş yöneticileriz. Peki ne yapabiliriz?
Yazının bu kısmı belki sizi biraz şaşırtabilir ama iyi hissetmeyi ‘başarmak, krizi yönetmek, aşmak’ şeklinde kodlaMAyarak güne başlamaya çalışmak, ilk yaptığım oluyor artık.
Youtube’a yüklediğim Hem Anneyim Hem İnsan imza günü konuşmamda da detaylı belirttiğim gibi, gelişmeyi ve güzel bir gün geçirmeyi, acizlik ve zayıflıkla baştan el sıkışmak olarak yaşamaya çalışıyorum. (O konuşmayı dinleyenler bu yazıda ne demek istediğimi daha iyi anlar)
Zira ancak o zaman, hangi kriz çıkarsa çıksın dolu dolu kendimi yani güçsüzlüğümü tanıyarak, dolu dolu beni Yaratandan duygusal kuvvet almaya çalışarak geçirebiliyorum. Aslında gün de bunun için vardı, gayesi gerçekleşti diyorum geriye dönüp bakarken.
Ve ancak o zaman krizlerle başa çıkabiliyorum, evin içindeki durumları da yönetebiliyorum. Çünkü bir yöneticide olması gereken, motivasyon, sabır, öngörü, acil durumlara müdahale edebilme, öfkelenmeden idare edebilme, diğerlerinin duygusal durumlarını görebilme gibi özellikler kendi içsel kuvvetimin ürettiği birer dal gibi uzuyor büyüyor. Çünkü başarısız olduğum hiç bir durum beni anlamsız ve işe yaramaz yapmıyor. Bunu bildikçe bildiğimiz klasik başarı kategorisindeki sonuçlar da daha çok gerçekleşebiliyor tabi.
Örneğin bu yazıyı yazmaya başladığımda küçük kızım, şu mandallı misketli oyunu oynuyordu.
Oğlan ona sataşıp ağlatmaya oldukça elverişli bir şekilde yanına yaklaşmıştı ki, ondaki ne yapacağını bilemez hali fark edip, sen al benim telefonumu git de Gri Koç’un şu videosunu hemen izle, mail atıyorum bugün seninle bu konu üzerinde duracağız deyip yolladım.
Sonra miniğim bu oyundan sıkılıp yanıma geldi ona tatilde koyduğum ekran yasağını delme girişimlerinde bulundu. Onu sakince cevapladım. Ara sıra böyle bir iki haftalık yasaklar koyuyorum çok faydası oluyor. Sonra anaokul öğretmeninin tatil için verdiği etkinlik listesindeki hamuru yapmak istediğini söyledi. Ablan sana yardımcı olsun dedim ve onları organize ettim. Sonra hamurla oynadıktan sonra sepete çoraplarla basket atma oynamak istedi. Yazıya devam edip zihnen kopmadan bir yandan çorapları top haline getirdim.
Ve aslında bu yazıyla vurgulamaya çalıştığım gibi, tüm bunları yapamayabilir, bölündüğüm için kendimi çok kötü hissedebilir, vazgeçebilirdim. Bugünkü kadar aklım başımda olmadığı zamanlar, niye yaşadığımı unutup sonuç hırsıyla yaşadığım zamanlar çok başıma geldi nitekim. Yetersizlik, yetemeyiş, yönetemeyiş duygusuna kapılabilirdim. İşte o zaman da benim için kayıp sayılmazdı.
Çünkü oturup kendi güçsüzlüğüm, acizliğim ve küçüklüğüm üzerine bir daha düşünür, yaşadıklarımın kendimi ve beni var edeni tanımak bakımından aslında ne kadar anlamlı olduğunu keşfetmeye çalışarak güç toplama işine yeniden başlardım.