Genel

7- İletişimde Kabul Etmenin Önemi

İLETİŞİMDE KABUL ETMENİN ÖNEMİ

Sevgili anneler, önceki yazıda etkili iletişimin ilk konusu olan “duygular”dan söz etmiştik. Bu yazıda ikinci konu olan kabulü işleyeceğiz.

Aşağıda üzerinde çalışabileceğiniz bir senaryolar listesi göreceksiniz. (Aslında bu listeyi duygular yazısının başına koymalıydım, önce koymama kararı almıştım, sonra da gerçekten kendini geliştirmek isteyen okurlara biraz daha çok veri sunmanın iyi olacağını düşündüm.)
Bu listenin amacı şu anda nasıl iletişim kurduğunuzu saptamanız içindir. )

Bu 8 maddelik listeyi aralarında birer paragraflık boşluklar bırakarak  defterinize yazın. Her cümleyi üzerinde çok düşünmeden yanıtlayın. Yanıtlarken “Ne demeliyim?” diye düşünmeden, bu senaryolar sizin evinizde  olsa ne söyleyiverirdiniz, o cümleleri karşınızda çocuğunuz varmışçasına, ona söyleyeceğiniz gibi yazın.
 
Siz Olsaydınız Çocuğunuza Ne Söylerdiniz?

1- Okuldan gelince çamurlu botlarını çıkarmadan güle oynaya odasına gidiyor.

2- Siz henüz fırsat bulup kitabınızı elinize aldığınızda, çocuklar avaz avaz bağırıp kavga etmeye başlıyorlar.

3- Soğuk bir pazar günü dışarı çıkmak üzere hazırlanıyorsunuz. Küçük kızınız, inatla yazlık bir giysisini giymek istiyor.  
   
4- Ağlayarak eve geliyor ve en sevdiği arkadaşından söz ederek “O aptalla artık hiç oynamayacağım.” diyor.

5- İki kardeş tartışıyor ve sizin hakemliğinizi istiyorlar. Birinin haklı olduğunu çok açık bir  biçimde görüyorsunuz.
   
6- İki kardeşe bir oyuncak aldınız. Adil olma düşüncesiyle önce oynama hakkı için kura çektiniz. Kaybeden, “Zaten küçük olduğum için her zaman ben kaybediyorum, haksızlık bu” diyerek ağlamaya başlıyor.  
   
7- Bir sabah onu yatağından kaldırırken  “Anne, her gün yuvaya gitmek zorunda mıyım?” diye soruyor.

8- Arkadaşlarından birinin annesinden çok korktuğunu söylüyor ve boynunuza sarılıp yanağınıza kocaman bir öpücük konduruyor.

Soruların arasında 4-5 satırlık boşluk bırakmayı unutmayın. Bu listeyi yazı dizimiz bittikten sonra da yanıtlayıp aradaki farkı görebilirsiniz. Fark, sizin ne denli “denetleyen değil, etkileyen bir anne” olduğunuzu kendinize gösterecektir. Konular ilerledikçe bu listeye yeniden döneceğiz.

2- ÇOCUĞU DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞMADAN OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEK

Başkasını kabul edebilmek, insanın kendisini kabul etmesiyle başlar. Kendini kabul edebilmek için de kişinin kendini “tanıması” gerekir.

Kapısı, penceresi olmayan bir oda düşünün. Bu odada size ait her şeyin bulunduğunu varsayın. Düşünceleriniz, duygularınız, istekleriniz, değerleriniz, zaaflarınız, meziyetleriniz, umutlarınız, zevkleriniz, güçlü ve zayıf yanlarınız ………

Bu odanın kapısı, penceresi olmadığı için içerisi zifiri karanlık ve siz orada kendinize ait nelerin olduğunu göremediğiniz için bilemiyorsunuz. Bu odanın üstünden bir delik açtığınızı, bu deliğin küçük bir pencere olduğunu düşünün. Bu pencereye “Kendini Tanıma Penceresi” diyelim.  Buradan içeriye ışık girsin. O pencereden  içeriye baktığınızı ve orada nelerin olduğunu görmeye çalıştığınızı varsayın. Baktığınız noktadan odanın her yanını , dolayısıyla içindeki her şeyi görmeniz mümkün mü? Tabii ki hayır.
Bu benim pencerem olsa, kendimle ilgili görebildiklerim ve göremediklerim olduğuna göre bu pencereyi ikiye bölebilirim.

Şimdi o minik pencereden bir başkasının baktığını düşünün. O kişinin de benimle ilgili her şeyi görmesi mümkün mü? Bakış açısına göre, baktığı yere ışığın düşüş miktarına göre vs. o kişinin de görüp göremedikleri vardır.

Pencreyi bir de başkasının bakışına göre bölelim.

Şimdi  ikisini üst üste koyalım:

Sol üst bölge kişiliğimizin açık bölgesidir. Burada hem benim kendimle ilgili bildiklerim, hem başkalarının benimle ilgili bildikleri vardır.  Örneğin ben kendimi “konuşkan” olarak tanımlıyor, başkaları da “Birsen konuşkandır” diyorsa “konuşkanlık” benim açık bölgemdeki bir özelliğim demektir.

Beni tanıyanlar duygulardan konuştuğumun farkındadır. Ancak ben insanlarla ilgili olumsuz duygularımı pek söyleyemem. Bu özelliğim fark edilmemişse sağ üst köşedeki gizli bölgemin bir özelliğidir. (Halâ bu konuda kendimi geliştirmeye çalışıyorum.)
Ben kendimi konuşkan olarak niteliyorum ama çevremdekiler benim sözü alıp bırakmadığımı, kimsenin konuşmasına izin vermediğimi söylüyorsa, ben bu sevimsiz özelliğimin farkında değilim, ona karşı körüm demektir. Sol alt köşe.

Sağ altta bilinmeyen bölge var. Buradaki özellikleri ne ben biliyorum ne başkaları. Başka bir yerde dünyaya gelseydim, başka koşullarda büyüseydim buradaki özelliklerim ortaya çıkabilirdi belki.

İnsanlar arasında doyum sağlayan bir iletişim açık bölgelerin sağlanır. Şimdi açık bölgeleri farklı boyuttaki iki kişinin  iletişimine bakalım:

A kişisinin açık bölgesinden B kişisinin açık bölgesine  giden bir ileti karşılık bulup A kişisine dönerek yanıtlanıyor.  A kişisinin yine açık bölgesinden çıkan bir ileti B kişisinin gizli ya da kör bölgesine rastlayınca ya emiliyor ya da farklı bir yöne yansıyor ve iletişim kesiliyor.
Bu tablodan çıkartılması gereken sonuç şudur:

İnsanlar arasındaki iletişim açık bölgesi küçük olanın  büyüklüğü oranında gerçekleşebilir. Bu nedenle açık bölgenin büyük olması  doyurucu ilişkiler için bir zenginliktir.

Demek ki doyum sağlayan iletişimler yaşayabilmek için açık bölgemizi büyütmeliyiz.

Bu bölgeyi büyütmek için kendimizi nasıl açacağız? İletişimde bulunduğumuz insana geçmişimizin sırlarını vererek mi? Çok yakın dostluklardaki ilişkiler dışında bu sorunun yanıtı “hayır”dır.  O anda yaşanılan duygu ve düşüncelerin paylaşılmasıyla kendimizi açarız. Kendimizi açtıkça açık bölgemiz de büyür. Kısaca şunu söyleyerek bu konuyu bitirelim. Sağlıklı, doyum sağlayan bir iletişim için karşılıklı olarak açık bölgelerin varlığı ve aşağı yukarı birbirine çok yakın büyüklükte olmaları gerekmektedir.

İşte etkili iletişim becerilerinden “etkin dinlenme” karşımızdakinin açık bölgesinin, “ben dili” ise kendi açık bölgemizin büyümesini sağlayacaktır.

Defterinize tanıma pencerenizi çizebilir misiniz? Kimlere karşı açık bölgeniz nasıl? En çok kime karşı açıksınız ; kimlere karşı gizli yanınız büyük ve bu insanların özellikleri neler?

Çalışmalarımda bu soruyu sorduğum her kes kendini açtığı “o insanın” eleştirmeden dinleyen, kabul edici olduğunu; kendini sakladığı insanın/insanların ise sürekli eleştirip akıl verdiğini söylemişlerdir.  Demek ki kabul etmek iletişim için olmazsa olmazdır.

Yazının başında başkalarını kabul edebilmek için önce kendimizi kabul etmemiz gerekir demiştim.

Olaylar karşısında hissettiklerinize, düşündüklerinize bakarak, yani iç gözlem yaparak kendinizle ilgili yeni bilgiler elde edebilirsiniz. Bu bilgilerin bazıları sizi rahatsız edebilir. Örneğin filân kişiyi kıskandığınızı fark ettiniz ve rahatsızlık duydunuz diyelim. Bu duyguyu yok saymak, inkâr etmek, bastırmak sizi rahatlatmaz, aksine farkında olmadan içinizde biriktirdiğinizde hem rahatsızlığınız artar hem de gelişme şansınızı kaybedersiniz. Oysa kendi kendinize “Ben şu kişiyi şu, şu özelliklerinden dolayı kıskanıyorum” diyebilseniz, bunu kendinize itiraf edebilseniz kendinizi kabul etmiş olursunuz. Kabul yüzleşmeyi sağlar, yüzleşme değişip değişmeme konusunda sizi düşünmeye yönlendirir. Bunun sonucunda da belki kıskandığınız o özellikleri edinmek için çabalar ve kişisel gelişminizi sağlarsınız.

Dünyada altı milyar insan var ve bu insanların hiç biri diğerine benzemiyor. Yani her birimiz biriciğiz.

Biriciklik ilkesi :  Fark et (İç gözlem ve başkalarının geri bildirimleri) + Kabul et ( şu, şu özelliklerimi olumluyorum; şu, şu özelliklerimden rahatsızım) + Dile getir (Ben şöyle, şöyle bir insanım)

Beğenmediğimiz yanlarımız için “ben niye böyleyim?” diye hayıflanmak yerine “Ben böyleyim” diyerek kabul etmek, bu barışma ve iç huzuru yaşadıktan sonra değişip gelişmek için çabalamak gerek. Siz nasıl biricikseniz, çocuğunuz da biriciktir.

Şimdi gelelim karşımızdakini nasıl kabul edeceğimize ve karşımızdakini kabul etmekten ne anladığımıza. Gordon biliyorsunuz anlatmak istediklerini bir dikdörtgen üzerinde anlatıyor. İlk penceresi davranış penceresi.

Zamanınız olsa başka hiçbir iş yapmadan tüm gün çocuğunuzu izleyebilseniz, bir gün içinde binlerce davranış yaptığını gözleyebilirsiniz.

Bu davranışlardan bazıları  hoşunuza gider, bazıları gitmez, hatta rahatsız olursunuz. O zaman bu davranışları kabul edebildiklerim (Beni rahatsız etmeyenler, hatta hoşuma gidenler) ve kabul edemediklerim ( hoşuma gitmeyenler, beni rahatsız edenler) olmak üzere  adlandırın.  Dikdörtgen şimdi kabul penceresi oluyor ve ortasından kabul çizgisiyle bölünüyor.

Çocuğunuzun davranışlarından kabul ettiklerinizi üst, edemediklerinizi alt bölüme hayalinizde yerleştirin.  Hatta defterinize büyük bir kabul penceresi çizip içini doldurursanız daha iyi olur. Bunu yaparken zorlandığınızı göreceksiniz. Çünkü insan olmamamız ve bu nedenle de tutarsız olmamız nedeniyle bir gün kabul ettiğimiz davranışı başka bir gün kabul edemeyebiliriz. Başka bir deyişle kabul çizgisi durduğu yerde durmaz. Aşağı yukarı inip çıkarak yer değiştirir. Neye göre yer değiştirir? Bana, karşımdakine ve o davranışın yapıldığı içinde bulunulan çevreye göre.

Hafta sonu evde ailece bir gün geçirdiğinizi hayal edin. İşiniz yok, eşinizle sohbet ediyorsunuz, çocuğunuz da oyuncaklarını getirmiş yanınızda oynuyor. Aslında oyuncakların oturma bölümüne gelmesini istemezsiniz genellikle, ama bu huzurlu ortamı bozmak istemiyorsunuz, hatta onu kendi kendine oynarken izlemek size ayrıca bir mutluluk da veriyor.

Pazartesi olmuş, işten eve yorgun argın dönmüşsünüz ya da tüm gün çocukla uğraşmaktan  ve ev işlerinden bitkin düşmüş  durumdasınız, telefon çalıyor ve kıramayacağınız bir aile büyüğünüz size uğrayacağını söylüyor. Çocuğunuz Pazar günü oynadığı oyuncaklarıyla aynı yerde oynuyor, siz adeta koşarak mutfağa giderken oyuncaklara takılıp tökezliyorsunuz. Çocuğunuza ne söylersiniz?

Çocuğunuzun davranışı Pazar günkü davranışıyla aynı, ama Pazar günü kabul ettiğiniz bu davranışı Pazartesi kabul edemiyorsunuz, öyle değil mi?
Bir alıştırma daha yapalım:

Şimdi rahatça oturup gözlerinizi kapatın ve çocuğunuzun kabul edebileceğiniz, hoşunuza gidecek bir davranışı yaparken hayal edin. Ne yapıyor? Ne hissediyorsunuz? Bu durum gerçek olsa ne yapmak isterdiniz? Defterinize yazın lütfen.

Şimdi de kabul edemediğiniz, sizi rahatsız eden bir davranışını düşünün. Ne yapıyor? Ne hissediyorsunuz? Gerçek olsa ne yapmak isterdiniz? Yazın lütfen.
Şöyle bir tablo mu çıktı? Kabul ettiğiniz bir davranış karşısında olumlu duygular hissediyor ve olumlu davranış yapmak istiyorsunuz, kabul edemediğiniz davranış karşısında olumsuz duygu hissedip olumsuz davranmak istiyorsunuz. Şimdiye kadar tersini söyleyen olmadı.

Bu ne demektir sevgili anneler? Ben kendi duygu ve davranışlarımdan sorumlu değilim, başkaları beni istedikleri gibi etkileyebilir ve benim duygu ve davranışlarımdan ben değil onlar sorumludur… Konuşmalarımızı hatırlayalım: Beni kızdırıyorsun, beni mutsuz/mutlu ediyorsun, beni yoruyorsun vb. Yani karşımızdaki bize böyle hissettirdiği için ben böyle hissedip davranıyorum!

Acaba böyle mi? Sizlere şimdi kendi yaşantımdan bir örnekle “uyanışımı” göstermek istiyorum.

Oğlum milli yelkencidir. Lise son sınıfta üniversite sınavlarına hazırlanırken hafta sonları için şöyle bir plân yapmıştı: Antrenman olduğu günler antrenmanlara katılmayacak, dersaneye gidecek; yarış günleri yarış saatleri dışında evde test soruları çözecekti.

Bir cumartesi günü yarışı öğleden sonraydı. Öğleye kadar evde test çözecekti. Kahvaltıdan sonra odasına giderken televizyona gözü takıldı, bir spor kanalında yat yarışları vardı. Ben bu arada kahvaltı masasını topluyordum. Mutfaktan salona geldiğimde oğlumun kanepenin kenarına eğreti bir şekilde iliştiğini gördüm. Salona ikinci gelişimde kanepede biraz daha rahat oturduğunu fark ettim. Tahmin edersiniz ki içimde olumsuz bir şeyler kıpırdanmaya başladı.  Odasına gitmesi gerektiğini hatırlatmakla hatırlatmamak arasında kararsızlık yaşıyor ve kızgınlık duygum giderek artıyordu.  Tam bu sırada babası balkondan içeri girdi ve oğlunun yanına otururken yarışın ne yarışı olduğunu falan sorarak oğluyla izlemeye koyuldu.

İşte o zaman sanki beynimde bir ışık yandı. Oğlum davranışıyla beni kızdırmıyordu, ben kendim kızıyordum. Eğer onun davranışı tartışmasız “kabul edilemez” bir davranış olsaydı babasının da bu davranışı kabul etmemesi gerekmez miydi? Babası onun düşmanı mıydı ki ders çalışmasın tv izlemesini istesindi?

İşte bu olaydan sonra dilimi değiştirmeye , çocuğumun davranışlarını güzel- çirkin, doğru- yanlış, iyi- kötü….. demeden “bana göre kabul edilemez” ya da bu kitabî sözcüğü kullanmak istemediğimde “ bu benim hoşuma gitmedi” gibi sözlerle nitelendirmeye başladım.

Eğer çocuğunuzun bir davranışı için “Bu çok yanlış bir davranış” derseniz, o davranışı yaptığı her zaman tutarlı olmak için aynı şeyi söylemelisiniz. Oysa biliyoruz ki biz anne/babayız ama önce insanız, Tanrı değil. İnsan olduğumuz için de tutarlı olamayız. Bir davranış bir gün bizi rahatsız etmez, aynı davranış başımız ağrıdığı, çok yorgun olduğumuz ya da işlerimiz başımızdan aştığı için……… başka bir gün rahatsız edebilir. Başka bir deyişle kabul çizgimiz önce “bana göre” yer değiştirdiği için aynı davranış bize bir iyi gelir, bir kötü.

Yaşantılarınızdan bunun böyle olduğunu düşünerek bulabilirsiniz.

Kabul çizgimizin yer değiştirişine neden olan ikinci şey, karşımızdaki insandır. Bazı insanlar vardır, onlara “şeytan tüylü” denir. Ne yapsa göze batmaz. Bu insanlara karşı da kabul çizgimizin yeri oldukça aşağıdadır. (Sınıflarda çocuk sayısı çok fazla olduğu için bu durum açık biçimde görülür.)

Üçüncü etkense içinde bulunulan çevredir. Evde çocuğumuzun bazen gezinerek yemek yemesine göz yumabiliriz. Hele iştahsız ise  “Aman yesin de…” deriz.  Amaa evde misafirlerimiz olduğunda ya da dışarıda yenilen bir yemekte aynı davranışı kabul edemeyiz.

Bundan böyle siz de çocuğunuzun ya da……. kabul edemediğiniz davranışlarını iyi-kötü, doğru-yanlış……. diye değerlendirmeden “Şu anda bu davranışını kabul edemiyorum” ya da
“ Bana göre hoş değil” gibi kendi sözcüklerinizle reddetmeye başlayabilirsiniz. Böyle bir dil kullanmaya başladığınızda çocuğunuz “Annem şimdi, kabul edemiyor” diye düşünmeye başlayacaktır. Bu da aynı davranışı kabul ettiğinizde “Annem de bir doğru diyor, bir yanlış” diye düşünüp sizi tutarsız olarak algılamayacaktır.

Sözün özü: Kabul edemediğiniz, sizi rahatsız eden bir davranış karşısında tepki vermeden önce kendinize “Bu davranış herkes için tartışmasız kabul edilemeyen bir davranış mı, yoksa ben mi öyle algılıyorum?”diye sormalısınız. (Ancak evrensel değerle ters düşen bir davranış her kesçe kabul edilmez, edilmemelidir. Değerler konusunda ele alacağım.)

Burada Epiktetos’un sözünü bir kez daha anımsayalım:  Gelişmiş insan sorunun yaşanan olayda değil, kendisinin o olaya bakış tarzında olduğunun bilincindedir.

Bir sonraki yazıda “kabul” konusunu sürdüreceğiz. Bu konu üzerinde önemle durmak gerek. Eğer kabulü içimizde yaşatamazsak iletişim engelleri yapmaktan kendimizi kurtaramayız, sen dili konuşma dilimiz olur, etkin dinleme yapamaz, bunların sonucunda da kazan-kazan yoluyla çatışma çözemeyiz.

 “Beni olduğum gibi kabul eden biriyle evlenebilirim” ya da “Ben böyle biriyim, kabul edersen…” gibi cümleleri özellikle medyada oldukça sık duyuyorum. Bu cümleler Gordon’un kabulünün yanlış anlaşıldığını gösteriyor. Bu kelime adeta bir moda sözcüğü oldu. Aslında Gordon’un anlatmak istediği bu değildi.

Kabul ne demek? Bir insanın evrensel değerlere ters gelen davranışlarını, görgüsüzlüğünü, kabalığını vs hoş görmek mi? Çocuğumun yatağımın  üzerinde ayakkabılarıyla zıplamasına izin vermek mi yoksa kış günü yazlık elbiseyle sokağa çıkmasına göz yummak mı? Kabul de, nasıl kabul?
Bir sonraki yazıda buluşmak dileğimle ve sevgilerimle…

Not : Sevgili Büşra Karaca ödevleri benimseyip yaptığı için onun adında diğer uygulayıcılara da yardımı olsun düşüncesiyle yazının sonuna bir duygu listesi ekleyeceğim. Bu liste anababa gruplarımda oluşan listelerin birleştirilmesiyle elde edildi. İncelediğinizde “Bu duygu değil, durum diyebilecekleriniz olacaktır. Hem değiştirmemek, hem de o durumların altında duyguların olması aynen kabul etmemin nedenidir.
Duygu dilinizin gelişmesi çocuğunuzun da duygu dilinin gelişmesine, iletişiminizin daha can cana  olmasına yardım edecektir. Hele bu yöntemi yeni kullanmaya başlayanlar için sürekli  kızıyorum, üzülüyorum, mutlu oldum, sinirleniyorum gibi birkaç duygu ile konuşmak çocuğa,  “ Ama anne sen de hep kızıyorsun ya da sinirleniyorsun,” deme hakkını verir, o zamanda bu garip durumdan nasıl sıyrılacağınızı bilemezsiniz.

Bu yazıyı yalnızca okuyup geçmeyecekler için bu haftaki çalışma maddeleri: (Ödev kelimesi komik geldi şu anda bana):
•    Duygu farkındalığını sürdürün.
•    Kabul pencerenizi çizin.  Kimlere karşı kabul çizginizin nerede olduğunu düşünüp nedenlerini bulmaya çalışın.
•    Çocuğunuzun kabul edemediğiniz davranışlarını etiketlemeden   “ Bana göre……” demeye başlayın.

(Birsen Özkan yazılarından metin ya da resimlerden alıntı yaparken lütfen yazarın adını belirtiniz. Kaynak göstermeden alıntı yapmak 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına göre suçtur.)

Acıma
Acizlik
Aç gözlülük
Affetmek
Ağlamak
Ait olmak
Alınganlık
Allak bullak olmak
Altında kalmak
Anaçlık
Anlama
Anlamak
Anlaşılmama
Anlayış
Annelik
Aptallaşma
Aranma
Arınmışlık
Arzu
Aşağılanma
Aşağılık Duygusu
Aşk
Ayıplama
Azim
Bağımsızlık
Bağışlamak
Barışıklık
Baskı hissetme
Başarı
Başarısızlık
Başarmak
Becerememe
Beceriksizlik
Beğenilme
Beğenme
Bekleyiş
Bencillik
Bezginlik
Bıkkınlık
Bitip tükenmek
Bitkinlik
Bocalamak
Bozgun
Böbürlenmek
Bunaltı
Burulmak
Büyüklük
Can sıkıntısı
Cesaret
Coşku
Çaresizlik
Çatışma
Çekememezlik
Çekingenlik
Çelişki
Çoşku
Çökkünlük
De ja vü
Dehşet
Derinlere dalmak
Dinginlik
Direnme
Dokunmak
Dostluk
Duygusuzluk
Dürüstlük
Düşmanlık
Efkâr
Eğlenmek
Elem
Eleştirilme
Endişe
Esenlik
Eşduyum
Evham
Eziklik
Farkındalık
Fedakârlık
Gaddarlık
Gamsızlık
Gerginlik
Gerilim
Gıpta etme
Gurur
Güçlülük
Güçsüzlük
Gülmek
Gülümseme
Güven
Güvensizlik
Güzel görünme
Güzellik
Hainlik
Hakkaniyet
Haklılık
Haksızlık
Halsizlik
Haset
Hasret
Hassasiyet
Hayal kırıklığı
Hayranlık
Hayret etme
Heves
Heyecan
Hırs
Hırtlık
Hiçlik
Hiddet
Hissetmek
Hor görmek
Hor görülmek
Horlanmak
Hoşgörü
Hoşlanmak
Hoşnut olmak
Hoşnutluk
Hoşnutsuzluk
Huşu
Huysuzluk
Huzur
Huzursuzluk
Hüzün
İç erimesi
İç yanması
İçerlemek
İçtenlik
İğrenmek
İhanet
İhtiras
İkilem
İlenmek
İlerlemek
İlgi
İlgilenme
İnanç
inatçılık
İncitmek
İntikam
İsyan
İtilmişlik
İyi niyet
İyimserlik
Kabul
Kaçma
Kader
Kahretmek
Kalp sıkışması
Kandırmak
Karamsarlık
Kararlılık
Kararsızlık
Karışıklık
Kasvet
Katılık
Kaygı
Keder
Kendini aklama
Kendini kanıtlama
Kendini suçlama
Keyif
Kınama
Kırgınlık
Kırılmak
Kıskançlık
Kıvanç
Kızgınlık
Kibir
Kin
Kindarlık
Korku
Koruma
Korunma
Kötü niyet
Kötümserlik
Kuruntu
Kuş gibi hissetme
Kuşku
Küçük düşmemek
Küçük düşürülmek
Küçük görme
Küçünsenme
Küskünlük
Mahcubiyet
Mazoşizm
Merak
Merhamet
Minnettarlık
Mizah
Mukayese
Mutluluk
Mutsuzluk
Mücadele
Nefret
Negatif hissetme
Neşe
Nostalji
Onaylamak
Onur duyma
Orgazm
Öç almak
Öfke
Önemseme
Önemsenme
Övgü
Övülmek
Özenme
Özgürlük
Özgüven
Özlem
Özveri
Panik
Paylaşılmak
Paylaşma
Pişmanlık
Pozitif hissetme
Rahatlama
Rahatlık
Rahatsızlık
Rehavet
Rekabet
Saadet
Sabır
Sabırsızlık
Sadakat
Sadistlik
Sakinlik
Saldırganlık
Samimiyet
Saygı
Sayılma
Sayma
Sevecenlik
Sevgi
Sevilme
Sevilmeme
Sevinç
Sevinme
Sevme
Sezme
Sığınma
Sıkılganlık
Sıkılma
Sıkıntı
Sıkışma
Sınanma
Sınırlanmak
Sıradanlık
Sızlanmak
Sinirlenme
Sinirlilik
Sorumluluk
Stres
Suçluluk
Şaşırma
Şaşkınlık
Şefkat
Şehvet
Şımarma
Şükür
Şüphe
Takdir
Tasa
Taşkınlık
Tedirginlik
Tehdit
Telâş
Telaşlanma
Tepesinin tası atmak
Tereddüt etmek
Tiksinti
Tolerans
Tutku
Umursamazlık
Umut
Umutsuzluk
Unutma
Unutulma
Utanç
Utanma
Uyuşukluk
Ürkmek
Ürperti
Üzüntü
Verimlilk
Vesvese
Vicdan
Vicdan azabı
Vicdan borcu
Vurdumduymazlık
Yakınma
Yalınlık
Yalıtılmışlık
Yalnızlık
Yardım edememek
Yardım etmek
Yardımlaşma
Yenilmişlik
Yetersizlik
Yılgınlık
Yok sayma
Yorgunluk
Yüceltme
Yüreğin pır pır etmesi
Yüreklendirme
Zafer
Zevk
Zindelik
Zulüm
Yok sayılma

Bunlar da hoşunuza gidebilir...