Sevgili anababalar,
6. yazımda “Etkili İletişimin Alt Yapısı” başlığı altında bir liste vermiştim. Bu yazıda bu listenin 3. Maddesini işleyeceğiz.
3- SORUN OLDUĞUNDA SORUNUN KİME AİT OLDUĞUNUN SAPTANMASI (SORUN KİMİN? Ya da KİM DAHA DERTLİ?)
Bu konu bizim kültürümüz için çok yabancı. Biz, çocuğumuzun bir sorunu olduğunda da, kendimiz sorunlu olduğumuzda da sorunu çözen kişinin “büyük” olması gerektiğini biliriz ! Kimdir bu büyük kişi? Annedir, babadır, öğretmendir vb… Çünkü büyüklerimizden böyle gördük. Bu nedenle de “Sorunları büyükler çözer” gibi bir paradigmaya sahip olmuşuz haberimiz bile olmadan. İşte bu nedenle evde ve okulda büyüklerle küçükler arasında hep sorunlar oluşuyor, özellikle ergenlik çağında. Neden?
Çünkü her insan ister büyük ister çocuk olsun, kendi varlığının onanmasını ister. (Bu cümleyi daha önce de kullandım, gelecekte de kullanacağım) Çocuğun sorunlarını büyüklerin çözmeye çalışması çocuğun gözünden / gönlünden baktığımızda ne anlama geliyor, bunu hiç düşündük mü?
Çocuk şunlar söylenmese de kendisine şunların söylendiğini algılıyor: “ Sen küçüksün anlamazsın; sen benim kadar akıllı olmadığın için sorununu kendi kendine çözemezsin; kızman ya da üzülmen yanlış, benim dediğim gibi yaparsan sorunun hemencecik çözülür ve bu sıkıntıdan kurtulursun, çünkü ben senden daha deneyimliyim, ben bilirim” Bu neye benziyor sevgili anababalar biliyor musunuz? Sanki on numaralı gözlüğümü çocuğuma veriyorum ve “ Tak da bak Dünya ne güzel görülüyor benim gözlüğümle” diyorum.
Eğer çocuğunuzun sorunlarını çözen bir yetişkin olmasını istiyorsanız bebeklikten itibaren kendi sorunlarını çözmesi için ona fırsat vermelisiniz.
Daha yeni yeni konuşmaya başlayan bir bebeğe kaybolan topunu bulup eline vermek mi, yoksa topunu arayıp bulmasına izin vererek, verirken de onunla birlikte olduğunuzu göstermek mi o bebeğe yardımdır? Bizim kültürümüzde top anne/baba tarafından hemen bulunup çocuğun eline verilir ve ne yazık ki böylece anababasına bağımlı bir çocuk yetiştirmenin temelleri atılmaya başlanır.
İşte sorunun kimde olduğunu saptamak bu nedenle çok çok önemli. Eğer sorun benimse başka, çocuğunsa (karşımızdakindeyse)başka, aynı sorun her ikimize de dert oluyorsa başka türlü iletişim kurmamız gerekiyor. İlk bakışta ne kadar farklı ve karmaşık görülüyor değil mi? Öyle olmadığını pratik yapa yapa zamanla öğreneceksiniz ve bu saptama biçimi de refleks haline dönüşecek.
Peki bu saptamayı nasıl yapacağız? Aşağıdaki tablo size yardımcı olabilir. Pencereyi şimdi “Sorun Penceresi “ yapalım:
Diyelim ki ikindi kahvaltısını hazırlamış, çocuğunuzun yuvadan gelmesini bekliyorsunuz, neşeniz yerinde. Yavrunuz geliyor ama yüzü ağlamaklı, çok mutsuz. Besbelli bir sorunu var, anlıyorsunuz.
“Görmeseydim, duymasaydım haberim olmayacaktı diyebiliyorsam sorun çocuğundur” formülünü biraz daha açalım:
Mutfakta çalışıyorsunuz, elleriniz kirli olduğu için kapıyı anneniz açtı. “ Annesinin bir tanesi hoş geldin” diye sesleniyor ama çok aceleniz olduğu için yapmanız gerektiği halde onu karşılayıp öpemiyor, dolayısıyla yüzündeki ifadeden onun kızgın ya da üzgün olduğunu, kısacası bir derdi olduğunu göremiyorsunuz. Göremediğiniz için de derdi olduğunu bilemiyorsunuz. İlk örneği de bu biçimde görmeye çalışın. Bu örnekteki gibi görmeseydim, duymasaydım…… Yani sorun çocuğunuzun.
Yuvadan geliyor, karşılıyor öpüp okşuyorsunuz ama O, çamurlu ayakkabılarını çıkartmadan hoplaya zıplaya odasına koşuyor. O dertli değil, çok neşeli. Ama tertemiz koridorunuz kirlendi.
Kabul edemediğim bu davranış bana neye mal oluyor zamanıma mı, yorgunluğuma mı, parama mı yoksa yaşam sevincime mi? Bu soruyu kendinize sorduğunuzda ucu size dokunan somut bir etki bulabiliyorsanız o kabul edemediğiniz davranış sizin sorununuzdur. Yani sorun sizin.
Kış günü fırfırlı yazlık elbisesini giymek istiyor. Giyemezse o sorunlu, giyerse siz sorunlu olacaksınız. Bir konu, durum, istek neyse artık, her iki tarafa da aynı anda sorun yaratıyorsa sorun ikinizindir.
Şimdi alttaki sorun listesindeki senaryolara göre sorun kimin saptaması yapabilirsiniz. Göreceksiniz ki bazılarında sorun her iki tarafta da oluyor. Önce sorun benim dersiniz, sonra çocuğun, bir bakarsınız ikinizin birden. Böyle durumlar için benim bir önerim var: Önce “sorun benim” tanısını koysanız bile çocuk da sorunlu olmaya başladığında, ya da aynı sorun her ikiniz için de aynı anda sorunsa, önce “sorun çocuğun” diye düşünmenizde yarar var. Ondan sonra “sorun benim” derseniz orta yolu bulmak her zaman çok daha kolay oluyor. Bunun nedeni çocuğun kendisini anlaşılmış, var ve değerli hissetmesidir. Böyle hissettikten sonra o da sizin için düşünmeye başlayacaktır.
Sorun Kimin ?
1- Misafirlerinizle sohbet ederken küçük kızınız yanınıza geliyor ve kendisiyle oynamanızı istiyor.Siz kabul etmeyince huysuzlanıyor, ağlamaya başlıyor.
2- Çocuğunuzun oyuncakları odasında yine darmadağınık.
3- Çocuklar ikindi kahvaltısında bir saniye bile ara vermeden o gün okulda olan biteni size anlatıyorlar.
4- En nihayet oturmaya vakit bulup elinize gazetenizi aldığınızda iki kardeş gürültülü bir biçimde kavgaya tutuşuyorlar.
5- Akşam üstü eşinizin iş yerine gidip ona sürpriz yapmayı düşünüyorsunuz. Ama çocuklar zamanında eve gelmedikleri için siz de zamanında çıkıp gidemiyor ve eşinizi kaçırıyorsunuz.
6- Çocuğunuz dişçi koltuğunda korkudan ağzını açmıyor.
7- Karı-koca akşamları beş dakika yalnız kalamıyorsunuz, çocuklar hep aranızda.
8- Eşiniz “Anneliği/babalığı öğrendikten sonra ‘Nasıl iyi eş olunur?’ kursuna da gidecek misin?” diye size takılıyor.
9- Çocuğunuz eve çok üzgün dönüyor. Sevgilisiyle arasının bozulduğunu, düzeltebilmesi için ne yapması gerektiğini size soruyor.
10- Çocuğunuz dişçi koltuğunda ağzını açmıyor. Ama siz yine de viziteyi ödemek zorundasınız.
Bu listeyi de “Siz olsaydınız çocuğunuza ne söylerdiniz listesi” gibi tekrar kullanacağız.
Gordon öğretisi bize iletişimin matematiğini veriyor. Ve iletişim becerilerinin iskeletini. Herkes kendi tarzı, konuşma biçimi ve kelimeleri ile bu iskeleti canlandırıyor. Sanıyorum bu cümleyi de çok tekrarlayacağım: Şablonlar yok.
İşte benim eklemelerimle bir matematik tablosu daha:
Çocuk/karşımızdaki sorunlu saptamasını yapmışsak iletişim biçimimiz dinleme olmalı. Nasıl dinleme? Etkin Dinleme.
Ben sorunluyum saptamasını yapmışsak iletişim biçimimiz konuşma olmalı. Nasıl konuşma? Ben Dili ile konuşma.
Bir sorun aynı anda her iki tarafın da sorunu diye bir saptama yapmışsak iletişim biçimimiz Kazan-Kazan Çatışma Çözme Yöntemini kullanmak olmalı.
Bu bizim eğitim anlayışımıza göre farklı bir yapı değil mi?
Çocuğunuz okuldan geldi, üzgün, eskiden ne yapardınız? “Ne oldu canım? Senin bir sıkıntın var anlat annene” diye başlayıp “Ben başka yuvaya gitmek istiyorum,” yanıtını alınca “Olur mu öyle şey? Senin yuvan yuvalar arasında en iyi olanı. Senin bugün bir şeye canın sıkılmış. Yarına kadar unutursun. Gel kahvaltı edelim”
Burada anne sorun saptaması yapıyor. Aslında her anababa bunu hep yapar. Ama bu saptamayı yaptıktan sonra “Bu sorun çocuğumun sorunu, onun çözmesine izin verirsem ona saygı ve sorununu çözebileceğine güven duyduğumu anlar. Sorunlarını çözdükçe kendine güveni ve benlik saygısı artar” diye düşünmez. Ne yapar? Çocuğunun sorununu çözüp evlâdını bir an evvel rahatlatmak ve yuvasını yeniden ona sevdirebilmek için olayı anlamaya çalışır, bunun için de çocuğuna bir sürü soru sorarak aldığı yanıtları sentezleyerek çocuğuna ne yapması gerektiğini anlatıverir. Böyle yapınca hem görevini yerine getirmiş olmanın rahatlığını, hem de çocuğunu rahatlatmanın rahatlığını yaşar. Acaba öyle mi olur? Yoksa sorun olduğu yerde kalır ve çocuk anlaşılmadığı hissettiği için daha mı hırçınlaşır?
Çamurlu ayakkabılarıyla koridoru kirlettiğinde eskiden ne yapardınız? Büyük ihtimalle “Gördün mü yaptığını, ne hale getirdin yerleri. Çabuk sil bakayım yaptığın gibi” deyiverir, ona hatasını düzeltme şansı vermeden ne yapması gerektiğini söyleyiverirdiniz.
Kışın yazlık elbisesini giymek istediğinde bunun olamayacağını anlatmaya çalışır asla izin vermezdiniz herhalde. Ama o da diretmeyi sürdürür ve bir hengâmedir alır başını giderdi herhalde evin içinde.
Bu örneklere baktığınızda ve yaşantınızdaki çatışmaları gözünüzün önüne getirdiğinizde çocuğunuzun direnmesinin altında hep kendi isteğinin olmasını istemek, bunun altında da varlığının onanmasını istemek olduğunu kolaylıkla görebilirsiniz. Kendini anlaşılmış ve var hisseden, yani kabulü yaşayan çocuk sorun çözmeye açık hale gelir.
İşte sorun kimin saptaması ve ondan sonra nasıl iletişim kuracağımız bu nedenle çok önemli. Hem sorunların ortadan kalkması hem de çocuğumuzun ilişki içinde kendini var ve değerli hissedip sorunlarını çözdükçe büyüyüp serpilmesi, sorumluluk duygusunun gelişmesi için…
Burada bir yanlış anlamadan söz etmeden geçemeyeceğim. Yıllar önce bir okulda “Etkili Öğretmenlik” grup çalışması yapmıştım. Çalışma bittikten bir ay kadar sonra yaptığımız “Nasıl gidiyor?” oturumunda öğretmenlerden biri “Ben en çok ‘Sorun Kimin’ bölümünden yararlandım. Eskiden öğrencilerimden biri ödevini evde unutsa hemen annesine telefon eder ödevini getirmesini ister çocuğun sorununu çözerdim. Oysa şimdi böyle yapmıyorum. Sorun çocuğun olduğu için ‘Bu senin sorunun beni ilgilendirmez diyorum ve sorunun sorumluluğunu sizin dediğiniz gibi üzerime almıyorum’ demişti ve benim başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Neyse ki diğer öğretmenler “Sorun kimin”i doğru anlamışlardı.
Sorun kiminle anlatılmak istenen, çocuğun sorununu üstlenip onun adına çözüp “Sen yapamazsın, ancak ben senin sorununu çözebilirim, gizli mesajı vermeden, senin sorununu çözebileceğine inanıyor ve bu nedenle seni dinleyip yanında olduğumu sana gösteriyor ve sorunun için bir yol bulabileceğine inanıyorum, demektir. Yoksa son yıllarda çok duyduğumuz “Bu senin sorunun beni hiç ilgilendirmez” türünden “Sen benim için önemli değilsin” mesajını veren insanı yalnız hissettiren konuşma biçimi değildir.
Sorun kimin saptamasında karşı tarafa saygı ve güven duyguları vardır. Eğer çocuğumuzla / karşımızdaki ile Etkin Dinleme, Ben Dili ve Kazan Kazan Çatışma Çözme becerileri ile iletişim kurarsak bu dediğim gerçekleşir. Böyle yapmayıp çocuğum sorunlu iken onu dinlemek yerine konuşursam, bana sorun yarattığında da yine konuşup ne yapması gerektiğini anlatıp durursam çocuğumla aramın açılmasına neden olan “İletişim Engelleri” yaratmış olurum. Önümüzdeki yazıda hangi tavırlarımızın, iletişim biçimimizin karşımızdakiyle aramızda engel oluşturduğunu inceleyeceğiz.
Yazıyı bitirirken “matematik” tablomuzda olan bir bölgeden daha söz etmeliyim: Sorunsuz alan. İşte bu alan eğitim ve öğretim alanıdır. Evde anababaların, okulda öğretmenlerin etkili iletişim becerileri ile bu alanı büyütmeleri gerekir. Etkin dinleme çocuğun sorunlarının azalmasına, ben dili bizim sorunlarımızın azalmasına, çatışma çözme her iki tarafın sorunlarının azalmasına dolayısıyla sorunsuz alanın büyümesine neden olacaktır. Sorunlar hiçbir zaman bitmez. Sorunların az olması değil, bu sorunların nasıl çözüldüğü önemlidir.
Anababalar ve öğretmenler bu sorunsuz zamanda hem eğitim hem de öğretimi rahatlıkla yapabilirler.
Sorunsuz alanda, örneğin akşamları onun odasında masal okumadan önce “ Bu gün ……. Teyze sana nasılsın dediğinde yanıtlamaman beni üzdü” Ya da “ Bu gün …….Teyze sana nasılsın dediğinde senin ‘ iyiyim, siz nasılsınız?’ demen o kadar hoşuma gitti ki benim kızım kocaman olmuş dedim kendi kendime” diyerek olumsuz davranışlar ya da olumlu davranışlar üzerinde durabilir ve çocuğunuzu eğitebilirsiniz. Çünkü o an yaşadığı olumsuz bir duygu yoktur. Oysa misafir yanında “Çok ayıp bak ……Teyze sana nasılsın dedi. Ne demen gerekiyor? Gel buraya nereye gidiyorsun?” dediğimizde çocuk olumsuz duygular yaşıyordur. Kendinizden bilirsiniz, insan olumsuz duygular yaşarken olumlu davranabilir mi? Çocuklar da büyükler gibidir. Çocuğun o davranışı altında mutlaka kendince bir nedeni vardır. Sorunsuz zamanda konuyu tekrar açtığımızda ve etkin dinleme yaptığımızda alttaki sorunu su yüzüne çıkacaktır. Ve işte o zaman onu eğitme şansımız olabilir. Misafir yanındaki etkisiz davranışımızın yalnızca kendimizi eğitim vermeyen bir anne olma durumundan kurtarma çabasından başka bir etkisi yoktur. Bir de şu etkisi olur. Çocuğumuz onu utandırdığımız için ek bir duygu olarak bize de kızmaya başlar.
Sorunsuz zamanın değerini ancak kullanmaya başlayınca anlayabilirsiniz.
Son bir not: Bazen sorun kimin tanısını yanlış koyabilirsiniz. Yukarıdaki listeyi birkaç arkadaş birlikte doldursanız herkesin aynı senaryoya aynı tanıyı koymadığını görebilirsiniz. Önemli olan şudur: Koyduğunuz tanıya uygun iletişim biçiminizi seçmeniz. Şu aşamada yalnızca tanı koyabilmeniz önemli. Ondan sonra ne yapacağınız değil.
Daha önce de söylemiştim, iletişim becerilerine sıra ile işlerlik kazandırılmalıdır. Çocuk doyasıya kabulü yaşadıktan, iletişim engelleri ve sen dilini unuttuktan, etkin dinlenildikten sonra ancak sizin duygularınıza duyarlı hale gelebilir, ancak o zaman ben diliniz işe yarar.
Sorun kimin saptamanızdan sonra örneklediğim için hemen sizler de ben dili, etkin dinleme ve bildiğiniz kadarıyla çatışma çözmeye girişirseniz başarısız olmanız olasıdır.
Benim verdiğim örnekler saptamanızdan sonra gelecek için ne yapmanızın doğru olacağıyla ilintili örneklerdi. Başarılı olmak için lütfen acele etmeyin ve adım adım gidin.
Yazmak tek yönlü bir uğraş. Anlatmak istediğimin sizler tarafından nasıl ve ne kadar anlaşıldığını ancak geri bildirimlerle anlayabilirim . Zaman bulabildiğimde de yanıtlamak hoşuma gidecek.
Tüm uğraşlarınız kolay gelsin.
Sevgilerimle.
(Birsen Özkan yazılarından metin ya da resimlerden alıntı yaparken lütfen yazarın adını belirtiniz. Kaynak göstermeden alıntı yapmak 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına göre suçtur.)