Ben 10 yaşındayken Nazar Bek’te köyümüzün okuluna kayıt oldum. Bu okulda 3,5 yıl okudum. 11 yaşındayken babam vefat etti. Babam vefat ettiğinde ne giyecek ne yiyecek hiçbir şeyim yoktu.
Sonra Kabil- İstanbul Kardeşlik Yetimhanesi’ne geldim ve burada gördüm ki, barınacak bir yerim, yiyecek ve içeceklerim oldu.
18 Ekim Cumartesi günü katıldığımız İHH 6. Yetim Buluşması’nda oturduğumuz koltuklardan birinde, yukarıdaki cümlelerle başlayan bir mektup bulduk. Muhammed Alim ismindeki bir çocuktandı.
Oturduğumuz diğer koltuklarda başka mektuplar bulduk, ve salondaki yüzlerce koltukta da başka başka mektuplar vardı. Ve arkalarında da kendi el yazılarıyla, kendi dillerinde yazdıkları hali basılıydı.
Yapılan yardımların neticesini hayal meyal bilirken, böyle bizzat yaşayanların dilinden somut bir şekilde okumanın yaşattığı duyguların tarifi zor.
Hele de benim gibi yetimliğin ne olduğunu bilenler için çok daha anlamlı.
Toplumda babanız yok diye sizi yarım insan gibi görenler olur her zaman. Özürlü bir insana nasıl acıyarak bakıyorlarsa, öyle bakarlar. Hele de içine kapanık, fazla göz alıcı özellikleri olmayan bir çocuksanız bazı öğretmenler bile sizi gelecek vadetmeyen, kayıp biri gibi görür.
Yetişkinlerin sizin başınızı okşaması, yanağınızı sıkması, gülümseyerek konuşması ya da sizin için özel birşeyler yapması, o kadar tamir eder ki bir taraflarınızı, hayatınız boyunca unutmazsınız.
Babamın bir arkadaşı kardeşimle ikimizi limonata içmeye götürmüştü, hiç unutmuyorum. Aslında bizimle pek konuşmamıştı, öylesine oturmuştuk. Ama o bile, herkesten acıma bakışları gören bir çocuk için yıllara yayılacak bir ümit vesilesiydi.
İşte bunları yaşadığım için biliyorum ki, bir yetime yiyecek içecek sağlamak, sadece yiyecek içecek sağlamak değil. Onun için anlamı çok büyük, çok derin. Okula gidemiyorsa ona eğitim imkanı sağlamak, sadece eğitim imkanı değil, büyük bir umut onun için.
Savaşın ve kıtlığın olmadığı bir yerdeki insan bile yetimliği derinden hissediyorsa, ya etraftaki çoğu kimsenin anne babasının öldüğü, çevredeki çoğu insanın aç yaşadığı bir hayatta ne kadar hissediyordur kim bilir?
Kim bilir, sadece onlar bilir, yaşayanlar…
İHH çalışanları savaş şartlarında bazen kendi hayatlarını bile tehlikeye atarak, adını bile duymadığımız yerlere gidip, insanlara yardım ulaştırıyor, yetimlerin yaralarını sarıyorlar. Savaşın olduğu ya da olmadığı yerlerdeki bir çok yetime ulaşıyor, ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
Kaç teşekkür yeter, kaç Allah razı olsun karşılar verilen bunca emeği bilmiyorum.
Üstelik yetim buluşmalarını da organize ederek dünya üzerindeki yetimler hakkında bize bilgi veriyor, neler yapıldığını ve daha neler yapılabileceğini düşünmemize vesile oluyorlar.
Ya gösteri için gelen çocuklar. Onlar da bu organizasyonun en tatlı tarafı belki. Onlara sevgi göstererek, gezdirerek, onları yüzlerce kişinin ilgiyle izlediği bir sahneye çıkararak, hayatları boyunca hatırlayacakları bir onare duygusu yaşatıyorlar.
Cumartesi günü yetim buluşmasından çıkarken, “iyi ki İHH var, iyi ki yetim buluşmaları” var diyerek içten içe minnetdarlık hissetmekten, şükretmekten alamadım kendimi.
Dünya üzerinde 400 milyon yetim varmış. İhh 47 binine bakıyormuş. ‘Gelin bu yıl sonuna kadar 47 bini 100 bine çıkaralım, hedefimizi böyle yapalım’ diyor İHH başkanı Bülent Yıldırım.
100 bin ne kadar da ümit verici bir rakam, ama 400 milyonla kıyaslanınca ne kadar da küçük kalıyor.
‘Her kalbe, bir yetim’ sloganı ne kadar da yerindeymiş diyor insan.