Yeni şafak gazetesi yazarı Fatma Barbarosoğlu, havuz başı tesettür defilesiyle yaza merhaba diyecek olan zengin muhafazakarlara ağır konuştu twitterda geçen hafta, duymuş olanlar vardır.
Sonra da köşesinde ‘Sözüm size değer mi?’ diye sordu o kadınlara.
Değdi değmedi mi bilinmez, fakat hepsi değilse de büyük kısmının böyle eleştirilerden sonra daha da duyarsızlaşabildiği bir gerçek.
Çünkü böyle uyarıları “birileri bizim tatlı dünya saadetimize kast ediyor” şeklinde algıladıklarını biliyoruz. Başımız kapalı, namazımız niyazımız çok şükür yerinde, yardımımızı da yapıyoruz. Gerisine de kimse karışamaz savunmalarını hem kendi kendilerine hem çevrelerine daha çok yapıyorlar.
Fatma hanıma twitterda cevap yazmıştım. Sorunun derinlerde olduğunu, bu dertlere çare olarak hayatın anlamı ve lezzeti ile ilgili konuşmanın iyi olabileceğini.
Daha da önemlisi dinin, ibadetlerin, hayata nasıl anlam kattığını konuşmanın ihmal edildiğini görerek başlayabiliriz.
Bediüzzaman’ın şöyle bir tespiti var:
“İslâmiyetin mağz ve lübbünü (öz ve iç) terk ederek kışrına ve zahirine (kabuk ve dış görünüş) vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve su-i fehim ve su-i edeple İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Tâ, o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.” (Muhakemat)
Gideren artan duyarsız muhafazakar duruşu netice veren şüphesiz bir çok etken var.
Dinin ‘dışarıdan görünüşünü’ dinin kendisi zannetme hatası da belki en başta gelenlerden.
Yani namaz nasıl kılınır, hangi sureler okunur, namazı ne bozar ne bozmaz, hangisi kaç rekattır gibi konulara dikkatler öyle verilmiş ki, bir süre sonra namazı konuşmak bunları konuşmaktır zannedilmeye başlanmış. Ta Osmanlı’nın son döneminde başlayan bir yanılsama imiş bu.
Namazın insan ruhu için anlamı nedir? O 5 vakitte yapılmasının yaşama kattığı değer nedir? Şartlarını değiştirmeye gücün yetmediği bir alemde yaşayan insan kalbi namazla neyi arar neyi bulur gibi sorulara konulara ise uzaklaşmışız.
Hani Ramazan programlarını, izleyicilerden soru alan Tv hocalarını hatırlayın. Kendilerine gelen bir çok soru ‘ben şu ibadeti şöyle yapıyorum, kabul olur mu?’ şeklindedir. Kimse o ibadetin anlamıyla ilgili bir soru sormaz merak etmez.
Halbuki ruhu aç bu yüzyıl insanına 1-2 sayfa ilmihal okunarak bilinebilecek bilgilerden çok, orucun nefse nasıl bir duygulanım ve nasıl bir idrak yaşattığını mütalaa ettiren, hem şahsî hem sosyal hayata neler kattığını izah eden açılımlar lazım değil mi?
Zekat bir sorumluluk olmanın ötesinde, nasıl verilir kime verilir gibi kurallarının ötesinde, insana nasıl bir nazar kazandırır ve ruhta nasıl bir incelme oluşturur? Toplumda zekatın yaygınlaşması, nasıl bir atmosfer oluşturur?
Zekat sayesinde zenginler fakirlerin isyan ve hırsızlığından nasıl emin olur, fakirler zenginlerin şefkat ve himayesini nasıl her zaman yanıbaşlarında bilir? Hatta nasıl da sosyal adaletsizliği tılsım gibi çözebilecek harikadır, mucizedir İslam’ın bu şartı..
Fakat ibadetlerin ruh ve hikmetinin fecaat şekilde ihmal edildiği çağımızda, boynundan bir an önce atman gereken üstelik nefse de zor gelen bir yüke dönüşebiliyor zekat.
Üstelik seni daha birşey vermen gerekmiyormuşçasına, özgürleştiren bir ibadet olarak yerleşiyor. Zekatımı verdim ya vebal benden gitti denilerek lüks ve harcama ruhsatını kapmış oluyorsun.
Ben kendim kulaklarımla birisinden şu sözü duydum:
‘Yani hayatım bak başımızdakilerin başı kapalı, herkes namazını yasak masak olmadan kılabiliyor, çok şükür ya Yarabbim serbestlik var, okullarda Kuran-ı Kerim dersi var, görüp görebileceğimiz en güzel günler bunlardır herhalde, e daha ne olsun?’
Sanırsınız ki bir asr-ı saadet yaşanıyor. Daha iyisi olamaz. Hey Allahım…!
İbadetler ‘şekilde’ ve ‘görünüşte’ yapılıyor olsun yeter.
İnsanlar Kuran-ı Kerim okusun, manasını öğrensin öğrenmesin çok bakılmaz. Çocuklarımız küçük yaşta anaokullarında tecvit öğrensin, hatta hatim etsin. Ama ergen yaşa geldiklerinde hala bir ayet meali öğretmeye anlatmaya bile ihtiyaç duymuş olmayalım ne çıkar.
Hatta şu dünyada iş ahlakı battı batıyor olsun, dürüstlük mumla aranır olsun, hakkı yenenler, hak yiyenler olsun, zalim olsun mazlum bulunsun, ama biz namazımızı kılabiliyor, bağışımızı yapıyoruz, zengin de olabiliyoruz ilerliyoruz ya iyiye gidiyor herşey, ötekiler sorundan sayılmaz.
E durum böyle, vazifelerimizi şekil olarak yerine getiriyor muyuz getiriyoruz, gerisi teferruat görüşünden ibaret olunca… Şekli daha da güzelleştirmek önemli bir konu oluyor da.
Birileri yoksulluktan kıvanırken birileri onların 1 aylık yiyecek masrafını 2 dakikada bir partide harcıyor muymuş sorusu, o birileri için can sıkan bir teferruat sorusu olmaktan öte gidemiyor.