Bugün Kapı yayınlarından, Mustafa Ulusoy imzasıyla çıkan ‘Evlilikler Yalnızlıklar Umutlar’ kitabından söz etmek istiyorum size.
Beni okurken etkilemesi bir yana bitirdikten sonra da düşündüren bu kitap için yazarına teşekkür ederek başlamam gerek, imzalı kitap inceliği için. Belki çok sonra okuyacaktım, bu sayede bir sürü sırada bekleyen kitabın önüne geçip okundu ve hayatıma birşeyler kattı.
Bir kitabın kalpte bıraktığı izler ayrı, akılda bıraktığı izler ayrı oluyor galiba. Akılda kalan izler daha rahat unutuluyor da kalpte kalan izler galiba unutulmuyor. Bunları da bu kitabı okuduktan sonra düşündüm. Çünkü kitapta kalbimi duymama neden olan unutamadığım cümleler oldu, ilk bölüm olan ‘aşk hali’ kısmında.
Kitap aşk hali, bekarlık hali, evlilik hali ve kendilik hali diye dört bölümden oluşuyor. Her bölümde değişik alt başlıklar, değşik konular var. Mesela evlilik hali kısmında, evlilikte yaşanan sorunların hikaye edildiği kısımlar var.
Aşk hali kısmında, aşklarda ya da evlilik öncesi nişanlılık gibi dönemlerde, insanın aslında kendisine gösterilen ilgiyi severken, sevgiliyi sevdiğini zannetmesi işleniyor. Terapi hikayelerinde, ‘onu çok sevmiştim’ diyerek karşısında oturan hayata küsmüş hastaya, içinden ‘aslında kendini sevmiştin, kendine gösterilen ilgiyi sevmiştin’ diyor yazar, ve bir şekilde bunu hastasına anlatmaya çalışıyor. Çok büyük aşkların kısa sürede kavgaya dönüşmesine hiç şaşırmıyor, bu pencereden bakınca yazarla beraber siz de hiç şaşırmıyorsunuz.
Kalbimde kalan iz ise şöyle oldu. Eşimden güzel bir söz duysam ya da bir lütuf görsem ona tam ‘seni seviyorum’ diyeceğim sırada, bak sen burada onu değil sana gösterilen ilgiyi seviyorsun diye kalbimin bir yanı harekete geçiyor. Hiç hatırda tutmaya çalışmadığım halde bu çok etkilemiş beni. Onu sevdiğimi yine söylüyorum belki ama farklı bir uyanıklık içinde söylüyorum, bir kalp uyanıklığı ile. İnsanın aslında lütuf ve ihsanı, güzelliği sevdiğini, bunları gerçekten bana bağışlayanın da O olduğunu, ve eşimi de bana O’nun gönderdiğini düşünüyorum. Eşimi ihsanın ve ilginin kaynağı olarak değil, tıpkı benim gibi tıpkı diğer insanlar gibi kusurlu bir taşıyıcı olduğunu hatırlamaya çalışıyorum. İlgiyi seviyorsan, burada O’nun ilgisini gör ve O’nu sev diyorum.. Ve devamında başka başka hisler ve tefekkürler..
Kitapta etkilendiğim başka bir kısım, eşlerin birbirlerine kıskandıkları zaman garip davrandıklarıyla ilgili. Kıskanıyorum çünkü seni seviyorum diyebilseler hiç bazen kırıcı ve yıpratıcı olan tepkilere gerek kalmayacak, insan kendini anlatmış olacakmış. İnsan bırak böyle söylemeyi, kıskandığını teşhis edemiyor, görse bile kabullenemiyor bence. Çünkü kıskanmak kötü bir şey gibi, utanılacak birşey gibi biliniyor. Bu bölümü okuduktan sonra, eşime seni kıskanıyorum çünkü seni seviyorum demeye başladım. Keşke aylar önce bir kıskançlık yüzünden çok acaip şeyler yapmadan önce okusaymışım 🙂
Bir diğer etkilendiğim kısım, ‘nasıl oldu da bunu düşünemedim?’ başlığı altındaydı. Aslında duygularla değil biraz daha pratik hayatla ilgili gibi görünse de yine duygularla ilgili. Bu kısımdan uzun bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum. Söz etmek istediğim başka bölümler de fakat çok uzun olsun istemiyorum, artık onları kitabı alıp okuyanlar görür, okur.
“Nasıl akıl edemedim, nasıl düşünemedim?” Günlük hayatımızın kadim soruları hemen karşımıza dikiliveriyor. Daha doğrusu kendimizi kendi ellerimizle oracıkta infaz ediyoruz.
‘Oysa bizler bir karar alırken elimizdeki verileri kullanırız. Bu verileri hem dış dünyadan hem de iç âlemimizden elde ederiz. Mesela yol durumunu internetten öğrenir ya da bellekte saklı önceki tecrübelerimize başvururuz. Ancak tüm bu veriler sınırlıdır. Ne geçmişe ne geleceğe hulul edemeyiz. Mesela, hangi yoldan gideceğimize karar vereceğimiz sırada, aklımızda bir başka sorun vardır, kafamız karışıktır, dün geceyi uykusuz geçirmişizdir ya da kan şekerimiz düşmüştür de zihnimiz pek iyi çalışmıyordur.
Sınırlı olmayan Mutlak Varlık’tır. Geçmiş ve gelecek Mutlak İlim Sahibi Mutlak Varlık’ın elindedir. İrili ufaklı kararlar alırken “Bunu nasıl düşünemedim?” hayıflanmasına düşmemenin yolunu Mutlak Varlık öğretir bize: “İş husûsunda onlarla istişâre et! Fakat (bir görüşte) karar kıldığında, artık (işe giriş ve) Allah’a tevekkül et! Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân: 159)
Sıralamayı bir kere daha tekrarlarsak, önce istişare ardından da bir karar alıp uygulamaya koyma, yani aldığımız karara sahip çıkma ve sonra da netice için dünyevi olarak ister yararımıza görünsün ister zararımıza, Mutlak Varlık’a tam bir tevekkül ve teslimiyet.
Geleceği net bir şekilde öngörüp her işimizde dünyevi olarak tam tamına doğru kararlar alsaydık hep, kendimizi aciz hissedip Allah’a tevekkül etme halini nasıl yaşayabilecektik ki? Geleceğimizin ve aldığımız kararların bizi nereye götüreceğinin belirsiz bırakılmış olmasının sebebi işte bu sorunun cevabıdır. Allah’la en güçlü bağ, seçtiğimiz yola girip de “Köprüden önce son çıkış” tabelasını geçtikten sonra kurulmaya başlar. O’na sığınırız, O’na sığınarak da O’nunla bağ kurarız.
Bir kere aldığımız her karar hayatta bize dünyevi anlamda kazanç sağlasaydı, başka bir tabirle hep tam on ikiden vursaydık; inanın ki burnumuzdan kıl aldırmaz halde gelirdik de kimse bizi açıldıkça açıldığımız kibir denizinden çıkaramazdı. Geleceği, gelecekte yaşayacaklarımızı öngörememek, ticarette yanlış tercihler yapıp kaybetmek, bir arkadaşımızın vefasızlığını tahmin bile edememek, sınavda çıkacak soruları bilememek- bize mutlak acizliğimizi, çaresizliğimizi öğretir.’