Arabayla eve dönüyordum. Yola bakıyor ve direksiyon çeviriyorken aklım az önce konuştuklarımızdaydı.
Yazın ara verdiğimiz, sonbaharda tekrar başlayan Risale-i Nur derslerimizin ilkinden dönüyordum.
Derste hadislerde geçen ve okunmasının faziletli olduğu bildirilen bir tevhid cümlesi üzerinde durmuş, bu cümlenin her bir kelimesindeki manayı anlamak üzere bölüm bölüm okumaya başlamıştık. Cümlenin 2. kelimesi “vahdehu” lafzının açılımında şöyle bir kısım vardı:
Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellûk edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle hâlledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.
Risale-i Nur’un başka bölümlerindeki izahlardan biliyorduk ki, bu satırlarda başka şeylere müracaat etme derken, hiç birşey için çalışıp yorulmadan, sadece el açıp beklemeyi kast etmiyordu.
Hasta olunca doktora mı gidiyorsun, şifa için müracaat ettiğin kişi doktor olmasın, doktor senin Allah’a müracaat etmen için bir vasıta olsun demek istiyordu. Herşeyin O’nun emriyle halledildiğini bil demek istiyordu, O izin vermeden ne doktor sana bir kelam edebilir, ne bir reçete yazabilirdi. Seni iyileştirme gibi bir harikulade yaratışın mucidi ise ne ilaç ne de ilacın içindeki bilmem hangi madde olamazdı.
Eğer tesirin ilaçtan ya da doktordan olduğunu düşünürsen, onlara ve kendine fazla yük yüklemiş olur ve manen çok zahmet çekmiş olursun diyordu. Şifanın kudretli ve rahmetli birinden geldiğini bilmenin hafifliği varken, yani o iyileştirme işinin bir bilinçle olduğunu kabul etmek varken, bilinçsiz şuursuz bir maddeden geldiğini sanmak ve maddelerden çok şey beklemek insanda ruhî sıkıntı yapar diyordu.
Her karışık iş, her ihtiyaç aynı tek MERCİden çıkan izinle ve kudretle hallolur, alakadar olduğun ve ihtiyaç duyduğun en ufak bir şey sana, bir tek O’nun emriyle ulaşır diyordu.
Çok daha ilginci, O’nu bulsan her istediğini bulmuş olursun diyordu. Tüm bunları konuştuk.
Soruların da yönlendirmesiyle ‘fiillerimizle sebeplere müracaat edip, kalben ve imanen ise doğrudan doğruya Allah’a müracaat etmek nedir’in üzerinde durduk. Ağaçtan meyve almak için ağaca bakıyor, suluyordun ama meyveyi ağaçtan değil Allah’tan biliyordun ve O’ndan bekliyordun.
Çok ince bir dengeden söz ediliyordu. Hem sebepler ve hikmet dünyasında yaşayacaktın, mesela hasta olduğunda şifanın gökten yağmasını beklemeyecek, doktora gitmesen bile ya bir nane limon kaynatacak, ya zencefille balı karıştırıp yiyecektin. Hem de iyi olunca bak nane- limon veya zencefil & bal iyi etti beni demeyecektin. Her istediğinin O’ndan geldiğine itikad edecektin.
Azıcık düşününce aslında anlaması çok kolaydı. Hiç karışık değildi. Nane limon, ya da zencefil bal, ya da bunların içindeki maddeler şuur sahibi miydi? Vücuda girince, seni iyileştirmek üzere bir bilinç taşıyabilirler miydi? Nereden bilecekti, doğadaki bir element bir insan vücuduna girince ne işe yarayacağını.
Çok iyi biliyorduk ki olay şuydu: Sen o maddeleri vucüduna alınca, bir iyileşme işlemi gerçekleşiyordu. Ama bu işlemi gerçekleştirmek ne o şuursuz maddelerin, ne de senin vücut hücrelerinin işi olabilirdi. Çünkü bir plan, düzenli işleyen bir sistem vardı. Bunun için de şuur gerekirdi. Şuur sahibi biri gerekirdi.
Hikmet gereği, o maddeyi vücuduna alınca iyileşeceğin bir sistem kurulmuştu. Bakalım sen iyileşmeyi o maddeden mi bilecektin, yoksa işin içindeki irade ve kudret başka mı diyecektin?
Güzelce konuştuk bunları. Her şey yerine oturuyordu. Çok netti. Fakat bir türlü içinden çıkamadığım başka bir şey yaşıyordum. İşte arabayla dönerken takıldığım yer de buydu. İnsanlara bazı şeyleri anlatıyor olmanız, sizin herşeyi çözdüğünüz anlamına gelmiyor. Tabii ki gelmiyor…
Hayatta birşeylerden korunmak için tedbir alırken çok yaşadığım bir düşünce zinciri vardı. Mesela sağlıklı beslenmezsen hasta olursun, sebze meyveden vitamin almazsan hasta olursun, soğukta kalırsan kendine dikkat etmezsen hasta olursun, onu yapmazsan hasta olursun, buna önem vermezsen hasta olursun vesaire vesaire..
Nasıl maddeler bizi iyileştirme gücüne sahip değilse, hasta etme gücüne de sahip değildi. Hikmetli ve merhametli olan Rabbimiz, hikmeti gereği bazı şartlar yerine geldiğinde hasta olacağın bir düzen kurmuştu. Hastalığı veren de O’ydu.
Fakat mesela vitaminsiz kalıp hasta olma durumunu insan sürekli yaşayınca, sanki vitaminsizlik hasta ediyor zannına kapılıyordu. Aynı sonuçları sürekli yaşamak, o sonuçları sebepler yaratıyor yanılgısı oluşturuyordu.
Keşke bu yanılgıyı yaşamasam diye düşündüm. Çünkü hastalığı o sebebe bağlamak mesela üşütmenin hasta ettiğini sanmak, o sebepten çok fazla korkmayı beraberinde getiriyordu. Üşütmek yanlışlıkla içine düşülebilecek bir insanlık hali olmaktan çıkıp, zinhar asla başa gelmemesi gereken büyük bir düşman halini alıyordu. İpler üşütmenin ya da hastalık yapan başka bir nedenin elindeymiş gibi davranıyordun (haşa) ve işte bu durum tevekküle de engel oluyordu.
Rahat olamıyor, evham yapıyordun, ya üşütürsek, ya vitaminsiz kalırsak, ya şöyle olursak ihtimallerini düşünmekten feci halde iflahın gevriyordu.
İşte bu düşünceler içinde arabada giderken serzeniş türünden bir şeyler geçirdim içimden. ‘Ama ben aynı sonuçları tekrar tekrar yaşamaktan, onlara neden olan şeylerden kork ki bir daha başına gelmesin mesajından başka bir mesaj almıyorum, alamıyorum.’ şeklinde.
O an bildiğim birşey çok daha netleşti. Yahu hikmetli ve rahmetli Rabbim, fıtrat kanunlarını sana işkence olsun diye koymadığına göre, sorun sende. Sen bulamıyorsun başka mesajları dedim.
Mesela sen bir tedbirsizlik yapıp ya da kötü beslenip nefsine zulmederek hasta olduğunda, Rabbin sana O’nun koyduğu fıtrat kanunlarına ters hareket etmenin nasıl zarar olarak geri döndüğünü gösteriyor da olabilir. Öğretiyordur, örnekliyordur sana o kanunun dışına çıkınca başına ne gelir. Kendi hataların sebebiyle başına gelen hastalıklara neden bu gözle bakmayasın.
Hikmete ters şeyler yaparsan, zarar görüyorsun işte. Kanun böyle konulmuş. Kanunu seni ezen, kontrolsüz bir şey gibi de görme. Kanun koyucunun varlığını, merhametini, herşeyin dizgininin O’nun elinde olduğunu düşün.
Ve hatta düşün ki, O’nun kanunu dairesinde kalmayınca zarar görme durumu, Kuran’ında söylediği kanunlar için de geçerli. İşte küçük bir hastalıktan bile çok çekinmenle başlayan tüm bu düşünceleri, O’nun emri dairesinde kalmazsam kaybım ve zararım ne kadar büyük olur hakikatini anlamaya bir basamak yap. Hastalıktan sakındığın gibi ateşten sakın.
İşte böyle bir pencereden bakmak biraz beni rahatlattı. Hatta çok rahatlattı. Kanun böyle konulmuş, dikkat etmezsem zarar görebilirim diyerek tedbir almaya çalışıyorum. Böyle niyet ediyorum. Ben bir düzenin içindeyim, dünya kontrolsüz değil. Birşeyleri ihmal ederek kanunun dışına çıkmayayım yeter.
Ve ‘O isterse ve hikmeti iktiza ederse, yine de hasta edebilir ve istemezse bir çok sebep birleşir de yine etmeyebilir’ hakikatini de sürekli tekrar ediyorum.
Merhameti engin ve sonsuz ve çok muazzam fazla olan Rabbim, İlahım, benim böyle kanunlar içinde, böyle bir dünyada yaşamamı ve bu yaşamın içinde sevinçlerim ve şükürlerimle olduğu gibi korkularım ve endişelerimle de O’na yönelmemi, O’nun varlığıyla anlam bulmamı takdir etmiş.
Muhakkak ki yaşadığım her şey ama her şey rahmet ve merhametten geliyor.