KADIN

Kadın Erkek Eşit Değil, Eşdeğer Olsa…

Siyasîlerin her yaptığının her söylediğinin arkasında olmak ya da olmamak (aklını Erdoğan’la bozmuş Geziciler gibi) şeklinde iki uç tutum var.

Bu iki tutuma da mümkün olduğu kadar uzak olmaya çalışmakla birlikte, Erdoğan’ın kadın erkek eşitliğiyle ilgili son söylediklerine sonuna kadar katılıyorum. Ağzına sağlık, çok iyi söylemiş. Daha da söylemesi lazım, tekrar tekrar söylesin bence.

Şunları söylemiş:

Bazen erkek-kadın eşitliği diyorlar. Kadın-kadına eşitlik doğru olandır, erkek-erkeğe eşitlik doğru olandır ancak kadının özellikle adalet karşısındaki eşitliği aslolandır.

Kadınların ihtiyacı olan eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmektir. Yani, adalettir. Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz. O fıtrata terstir. Çünkü fıtratları farklıdır, tabiatları farklıdır, bünyeleri farklıdır.

Eşitlikten ziyade eşdeğer kavramını, yani adalet kavramını bu meselede en önemli kriter olarak görmek, en önemli referans olarak almak zorundayız.

Eşdeğer gibi yeni bir yol gösterici kavram getirmiş Erdoğan.

Kadın erkek eşitliği kavramını kimisi ‘haklar bakımından eşitlik’ olarak anlarken, kimisi de kadın ve erkeğin herşeyi eşit başarmasını, birinin yapabildiğini diğerinin de yapabilmesini kast ediyordu.

Tam bir kavram kargaşası vardı.

Buna açıklık getirmiş ve ne güzel işte ‘kadından erkeğin yapabildiği şeyleri beklemeyelim ama adalet önünde eşit olsun her ikisi’ demiş.

Zaten bu Rabbimiz katında da böyle, kadının hatasıyla erkeğin hatası aynı yazılır, ikisine de aynı şeyler emredilmiştir.

Mesela bizim toplumda, erkeğin aldatması ‘erkektir yapar’ şeklinde garip bir hoşgörüyle karşılanırken, kadın aldatınca başta kendi ailesi tüm çevresi tarafından saldırıya uğrar. Rabbimiz katında ise kadınınki ne kadar kötüyse, erkeğinki de ‘o kadar’ kötüdür.

Erdoğan şöyle devam etmiş:

 

 

İş hayatında hamile bir kadını erkek ile aynı şartlara tabi tutamazsınız. Bir anneyi, örneğin çocuğu emzirmek zorunda olan bir anneyi bu tür yükümlülükleri olmayan bir erkek ile eşit konuma getiremezsiniz.

Kadınları, erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız, komünist rejimlerde geçmişte olduğu gibi. Eline ver kazmayı küreği, çalışsın. Olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına ters düşer.

Bu ifadelerde sorun görenler, kadına verilen doğum iznini ya da emzirme ayrıcalığını savunmasın o zaman. Nafaka filan da almasın kadın boşanınca.

Erkek gibi mücadeleci ve dayanıklı olmaya uğraşsın.

Yahu kadının erkek gibi herşeyin üstesinden gelmesinin beklenmemesi bir lütuf değil mi, ona ne kadar değer verildiğini göstermiyor mu?

Tam tersi kadına zulüm değil mi?

Erkek hem beden hem psikoloji olarak kadından güçlü değil mi?

Erkekten beklediği bir muameleyi göremeyince, acaba beni sevmiyor mu, ah bunu bana nasıl yapar türünden bir sürü düşüncelere saran, gözleri dolan, bazen gizli gizli ağlayan kadın değil mi?

Kendisi için son derece mühim olan şeyler konusunda hayır cevabı aldığında, hatta ters muamele gördüğünde bile, iyi ben de yatar uyurum zaten yarın iş var diye rahaaatça uykuya dalan, alınganlık filan göstermeden yarın akşam aynı sıcaklıkta eşine yaklaşan erkek değil mi peki? (Bunları ve aşağıda yazacaklarımı kafadan atmıyorum, psikologlar “öyle” diyor.)

Hangimiz psikolojik olarak daha dayanıklı?

Sehpanın tozundan, kaşık çatalların parlak değil mat olmasından, sepetin üstünde duran kirli çamaşırdan, ondan bundan daha çok erkek mi rahatsız olur kadın mı?

Erkek farkında bile olmuyor yani.

Traş olduktan sonra lavaboyu temizleyip pırıl pırıl yaptığını zanneder, mutlu ve huzurludur erkek milleti. Aynı lavaboya bakan kadın kişisi ise ‘Ayyy bu kıllar da ne’ diye tepki verir.

‘Bu kıllar ne yahu’ dediğinizde istifini bozmaz bile erkekler. Ama orayı kadın temizleseydi ‘tam temiz olmamış galiba’ deyince gücenir, yüzü düşer, yaşama sevinci azalırdı.

Çeşit çeşit duygu ve düşünce en ufak bir sözle, olayla açılabiliyor kadında. Çok kolay bir şekilde.


Elbette kadının detaycılığının kadına çok artısı da var, o ayrı bir yazı değil bir çok yazının konusu. Fakat kadını yıpranmaya daha müsait hale getirdiği inkar edilebilir mi?

İki market poşeti taşıdı diye kolu titreyen, sırtına kramplar giren kadın, 3 katını sallaya sallaya taşıyan erkeğin beden gücüne yetişebilir mi peki?

Şimdi bu kadar herşeyin farkında olması, bedenen zayıf olması ve içli olması bakımından erkek kadar dayanıklı olamayan, Erdoğan’ın dediği gibi hakikaten narin bir bünyeden, erkeğin yaptıklarını ve de bakış açısını beklemek, o kadına iyilik mi kötülük mü?

Onu erkekle yarıştırmak, erkeğe eşit yapmak mı, yoksa yıpratmak ve ezmek mi?

Ha erkeklerin geldiği yerlere gelip üstüne üstlük erkek gibi katılaşmış, kadınlık özelliklerini törpülemek zorunda kalmış olanlar yok mu var. Onlar da ‘eşitiz işte bak’ diye gülümseyerek mutlu olamıyor da erkeklerden şefkat göremediklerinden yakınıp duruyorlar.

‘Güçlü ve sert görünene şefkat edilmez, sana ihtiyacı olana edilir’ şeklindeki basit fıtrat kanunu göremiyorlar, çok yazık.

Yani bence herşey çok açık ama, bu insanlar neyi konuşuyor anlamıyorum.

Kadının ‘ben zayıfım, hassasım, narinim’ deyince, güç elde edeceğini idrak edemiyorlar demek ki.

Sanki Erdoğan kadın erkek eşit değildir demiş diye, kadınlara bir ben vurayım, bir de siz vurun, böcek gibi ezelim onları demek istemiş.

Ya da kadınlar evlerinde otursun, kimseye görünmesinler ha, sosyal hayatta da yer almasınlar demiş. Dışarıda gördüğümü önce ben tutacağım kendi ellerimle evine tıkacağım demiş. Yuh!

Kamuda başörtüsü serbestliği getiren kendileri unuttunuz galiba.

Hem kadının kabiliyetine göre sosyal hayatta yer alması daha 4 halife döneminde başlamış. Hz. Ömer pazarları denetlemesi için zabıta memuru olarak 2 kadını görevlendirmiş.

Ama bu, illa her sektörde şu kadar kadın yer almalı gibi bir sonuca varmayı gerekirmiyor. Kendilerine uygun gelmezse, istemezlerse yer almamayı seçebilir kadınlar. Ne var bunda! Erkekler daha çok oluverince, kadınların haysiyeti gururu mu incinir. Ne alaka?

Kadına ne kadar değer verdiğimizi ispatlamak, kadını her alanda koşum öküzü gibi meydana sürüp ucuz iş gücüydü, mobbingti, tüm dünyasını alt üst eden doğumdu, emzirmeydi dertleriyle boğuşturup ruh sağlığıyla oynayarak olmuyor.

Narinliğini, kendine özelliğini, özgür seçimlerini tanıyarak oluyor.

Anlamayan yaşayarak görür herhalde, çünkü fıtrat yalan söylemez.

 

 

Bunlar da hoşunuza gidebilir...