Dün hiç tahmin etmiyorken orta öğretimde başörtüsü serbestliği getiren kanun değişikliği haberini aldık.
“Kanunlar çerçevesinde çocuğunuzu okula başörtülü gönderemezsiniz”, “ama bu ülkenin yasaları var, yönetmelikler var, çiğneyecek misiniz?” türünden cümlelerle bastırılmaya çalışılan tercihler, artık kanuna uygun hale gelmiş bulunuyor.
Kendi doğrularını kanun diye dayatmaya çalışanların birçoğu, yaptıklarının doğru olmadığını zaten anlamadılar henüz de, acaba bizim dindarlar ders aldılar mı bunca yaşanan şeyden sonra, diye düşünüyor insan.
Çoğunun bu konuda oldukça acılı ve derin hatıraları var, ve bu çoğunluk “benim güzel dediğime sen de demeli, demiyorsan bile uymalısın” basiretsizliğine düşmedi, düşmez de inşallah.
Ama bir de onca yaşanandan hiç ders çıkartmamış gibi duranlar var, işte onlar insanı rahatsız ediyor.
Orada burada, sosyal medyada kendisi gibi düşünmeyenlere birşey öğretmeye çalışan, yargılayan, karışan, laf atanlar.
Yahu kardeşim siz laf attıkça, her ne yapıyorsa daha fazla yapmak isteyecek bu insanlar.
Tam yapmak istediğiniz şeyin tersine sebep olduğunuzu görmüyor musunuz?
Bize eskiden beri laf atanlar, beğenmeyenler, kendi doğrularıyla yargılayanlar belletebildiler mi kendi doğrularını, var mı böyle birşey? Yoksa daha çok tepki mi oluşturdular?
Allah insanı, insanların dayatma ve yargılaması sonucu hemen yola gelecek ezik bir hilkat garibesi olarak yaratmamış ki.
Tam tersi yok sayılmaya karşı müthiş bir direnç vermiş, sen onu yaptığı şeyden dolayı yok ya da yanlış sayıyorsan, daha çok yapıp sana tepki geliştiriyor.
Üstelik herkese de istediğini yapabilme ve inanmama özgürlüğü vermiş Rabbim. Bu özgürlüğün verilmesinin güzelliğini anlayamıyoruz galiba biz.
Hani melekler sormuştu Rabb’e, neden yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek bir halife yaratacaksın diye, “Sizin bilmediğinizi bilirim” demişti:
Yâd et o zamanı ki, Rabbin meleklere «Ben yeryüzünde muhakkak bir halife kılacağım» diye buyurmuştu. Melekler de, «Yeryüzünde fesad çıkaracak, kanlar dökecek kimseyi mi yaratacaksın? Bizler ise Sana hamd ile tesbih eder, Seni takdîs eyleriz» demişlerdi. «Şüphe yok ki sizin bilmeyeceğiniz şeyleri Ben bilirim,» diye buyurmuştur. Bakara,30
Katilden en yüksek bir bilgeye kadar herşeyi olmanın mümkün olduğu bu imtihan meydanında, iyide de, kötüde de bu kadar çeşitli tercih imkanının olmasının çok derin hikmetleri varken, insanları tek tip, tek inanç görmek istemek gerçek dışı beklentilere sebep oluyor.
Herkes elbette ister, herkes kendisi gibi düşünsün, teoride, hayal dünyasında. Ama pratikte dünyanın böyle bir şeyin mümkün olacağı bir yer olmadığını hatırdan çıkarmasak.
Tebliğse, tebliğ insanın önce ailesi, akrabaları, komşuları başta olmak üzere yakından uzağa doğru sorumlu olduğu bir farz. Akrabayı bırakıp sosyal medyada gerçekte hiç tanımadığın insana laf atmak tebliğ değil başka birşey.
Demiyorum ki yanlış bulduğumuz şeylere karşı çıkmayalım, duruş sergilemeyelim.
İnsanın yanlış bulduklarına ya da saldıranlara ağzının payını vermesinin en etkili yolu, doğru bulduğunu en güzel şekilde tarif etmeye ve yaşamaya çalışması değil mi diyorum.
Tartışmak istemeyen, kendi yoluna bakmak isteyen insanlarla tartışacak birşeyler bulmasak, birşeyleri öğretir gibi yaklaşmasak diyorum.
Çok rahatsız oluyorsan, ilgilenmezsin takip etmezsin, prim vermezsin.
Evet bazı insanlarla farklı fikirlere sahip olabiliriz, birbirimizi sevmek zorunda değiliz, ilgilenmek zorunda da değiliz.
Ama kendi doğrumuzu nerede nasıl söylediğimize ihtimam göstermek zorundayız.
İnançlar kalplere nahoş yollarla girmiyor, zaten bize de böyle emredilmedi.