İÇ DÜNYA KADIN

Teklifin güzelliği

Bir hikayemiz var. Hikayemizde iki kişi var. Biri diğerine önemli bir emanet teslim ediyor. Buna iyi bak lütfen diyor, geri verme zamanı gelince de geri alırım diyor.

Ancak şöyle ilginç bir durum var. O emaneti verildiği gündeki gibi güzelce geri vermek pek mümkün değil çünkü emaneti teslim alan kişi tehlikelerle çevrili. İyi bakmaya imkanları elverişli değil.

Emaneti veren kişi bunu bildiğinden diğerine bir teklif yapıyor. Diyor ki:

‘Bu emaneti koruyup kollaman gereken süre var ya, işte o sürede bana sat, ben senin için ona gayet iyi bakarım. Hem sen onu koruma zahmetini çekmemiş olursun, hem de satıştan dolayı sana gayet güzel bir bedel veririm.

Hem de senin korumakta zorlandığın bu emaneti işlerim büyütürüm, piyasa değeri çok yükselir. Senin elindeki gibi zayi olmaz. Dahası, bu süreçlerde elde edilen kârı da sana veririm.

Senden geri alma vaktim geldiğinde hem emaneti sanki sen böyle değerlendirmişsin gibi bir memnuniyet yaşayarak geri vermiş olursun bana, hem de o çok değerlenmiş halini de en sonunda tamamen sana veririm. Senin olur.

Dediğim gibi tek şartım var, sende emanetken bana satacaksın. Yani sende emanetken, onun kullanımıyla ilgili bütün yetkiler bende olacak. Ben nasıl kullanmanı, onunla ne yapmanı söylersem öyle yapmalısın.’

Bu hikayede kafa karıştırıcı çok fazla nokta var. En temel soru da herhalde, mal sahibi kişi malını emanet edecek, bakacak değerini yükseltecek birine ihtiyacı olmadığı, bunları kendisi gayet şahane hallettiği halde, neden birilerine birşeyler emanet etmeye çalışıyor?

Sonra neden emanete nasıl bakacağını bilemeyen elverişsiz şartlarda birine emanet ediyor? Sonra neden ee e madem bakamayacaksın ver demiyor da, ondan satın alıp sanki onun için korumaya çalışıyor? Sonra neden diğeri neredeyse hiç bir şey yapmadığı halde, ona satış bedeli ödüyor, sonunda emaneti de, elde edilen kârı da ona adeta saçıyor?…….?

Yaşlandığıma dair ilk belirtiler saçımdaki beyazlardı. Hatırlıyorum 5 yıl filan önce epey sarsılmıştım. Zamanın doluyor diyerek kalbime batan bir iğne gibiydi her beyaz tel. Ancak beyaz tellerden kaçmak mümkündü. Saçı toplayınca yukarıda göze batmıyorlardı, boyayınca yok oluyorlardı.

Sonra bir kaç yıl önce zamanımın azaldığını gösteren başka bir şeyle karşılaştım. İstanbul Üniversitesinde 18 yaşlarındaki sıra arkadaşlarımla yan yana otururken benim ellerimin onlarınkilerin yanında çok kuru göründüğünü fark ettim. Neden onların ki su dolu tulumba gibi benimkiler kurumuş yaprak gibiydi?

Aman Allahım bu nasıl olurdu, daha dün ben de onlar gibi gençtim.

Bir kaç yıl önce de gözlerimin altında bir çöküntü belirmeye başladığını fark ettim. Bu öyle ağlayınca ya da uykusuz kalınca oluşan türden değildi. Biraz ekrana çok bakınca oluyordu. Çok spor yaptığım günlerde gidiyordu ama sonrasında yine geliyordu. Sonrasında ise spor yaptığım, hiç ekran yüzü görmediğim günlerde dahi gitmez olduğunu fark ettim.

Nasıl gider bunlar diye kim bilir kaç yüz bin google araması yaptım. Göz altı çukurlarını gideren bütün operasyonları öğrendim. Işık dolgusundan yağ enjeksiyonlarına. Botoksundan kalıcı operasyonlara.

Arkadaşlarımın yüzlerine bakarken, onlardaki kırışıklık ve çöküntüler daha çok dikkatimi çekmeye başladı. Herhangi bir müdahale yaptıranları da hemen fark ediyorum. Herkes aynı şekilde de yaşlanmıyor. Kimisinin göz kenarları çok kırışıyor da gözlerinin altında çukur olmuyor. Kimisinin yanakları sarkıyor.

Evet hikayedeki varlık emanetini taşıyan kişi benim. Ve onu bana verildiği günkü gibi teslim etmeye gücümün yetmediği çok ortada. Üstelik onu ilk günkü gibi zarar görmemiş haliyle üstümde taşımak isterken yavaş yavaş geri alındığı için çok büyük acı çekiyorum. Ah bu yazıyı yazarken bile ne çok ağlıyorum.

Bu haldeyken bana yapılan teklife kayıtsız kalabilir miyim?

Kalmamalıyım kalamam. Çünkü ben onu geri istiyorum. Emanet de olsa üzerimde taşımak ne kadar güzeldi. Ona tekrar sahip olabilmek emanet olduğunu bilmemle mümkün olabilecekse neden bunu yapmayayım? Zaten elimde durmuyor kayboluyor. Zaten gidiyor arkasına bakmadan.

Sadece bana veren ve benden daha güzel bakabilecek olana satmakla tekrar elde edebileceksem neden satmayayım? Operasyonlarla onu tekrar elde edebilir miyim, diner mi kalbimin acısı. Her operasyonun etkisi geçtiğinde daha fazla haykırmayacak mı emanet, senin değildim hala değilim diye.

Artık daha iyi anlıyorum. Aslında emanete iyi bakamamak, onu aynı halde tutamıyor olmak değil, kırışıyor olmak değil. Ona zarar vermek, emanetin emanetin olduğunu anlamayıp sahiplenmek. Onu zimmetime geçirmiş gibi davranmak. O benimdi, bendeydi, bende böyle kalacaktı zannetmek.

Estetik ya da yüzde operasyon yaptırmanın hükmüyle ilgili fıkhi sorularla karşılaşıyorum bazen. Hiç bir zaman fıkhî cevaplar vermiyorum.

Geri alınışın acısını anladığımı söylüyorum önce. Çünkü bu acıyı da küçük görenler var. Amaan niye böyle hissediyorsunuz diyerek yaklaşanlar var. Bu acıyı yaşayacağız ki derman bize gerçekten derman olsun. Üstad Bediüzzaman’ın Çamlıca Köşkü’nde saçındaki beyazları görünce yaşadığı sarsıntı ne kadar anlamlıydı. Sahip olduğu diğer herşeyi nasıl da değersizleştirmişti. Onu herşeye gücü yeten hiç bir şeye ihtiyacı olmayan bir Kadir-i Ezeliyi daha kesin daha nesnel bir biçimde aramaya nasıl da itmişti.

Geri alınışın acısına da geri alınışın kendisine de bir çare var diyorum sonra, teklifin güzelliğini anlatıyorum. Bak başka mantıklı bir çaremiz yok ki zaten diyorum. Operasyon, geri alınmıyormuş gibi yapmak kendi kendimizi kandırmak olmuyor mu diyorum.

Geri alınışın izlerini yaşamayanlara bu anlattıklarım masal türünden gelebilir. Ama her gün o aynaya bakarken nasıl bir geri alınışın içine düştüğünü görüp burnunun direği sızlayanlar, teklifin güzelliğini o kadar iyi o kadar derin anlar.

Hikayenin sonunda sorduğum cevapsız sorular vardı ya. Neden ihtiyacı olmadığı halde emanet eder, neden satın alır da yüksek bedel verir, neden kârı da verir, neden daha da değerli hale getirip yani fani olmayan ve sonsuz halini bize tamamen bize ait olacak şekilde geri verecektir…

Aslında bunların bizden kaynaklanan bir nedeni yok. Teklifin güzelliği teklifi yapanın yüceliğiyle ilgili. Merhameti ve vermek istemesiyle ilgili. Bizi bir varlık hazinesinin içine atmış, oradan çıkmayalım istiyor:

‘Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır.’ Tevbe 11

Zaten kendi verdiklerini, zaten O’na ait olanları, zaten geri alacaklarını bizden satın alıyor.

Teklifi kabul etmek ayrı güzel, aynaya bakarken teklifin güzelliğini tefekkür etmek ayrı güzel.

Daha bu dünyada nefes alırken bile, o teklifin güzel sonuçlarını kalbimde ve ruhumda hissetmek ayrı güzel.

(Hikayenin detalı haline buradan ulaşabilirsiniz)

Bunlar da hoşunuza gidebilir...