Genel

21. Çatışma Çözme

Çatışma çözme etkili iletişimin son becerisi, yazı dizimizin de son konusu.

Önceki yazıda çocuğumuzla değerler konusunda çatıştığımızda nasıl davranmamız gerektiğinden ve değer çatışmalarının uzun vadeli bir çözüm istediğinden söz etmiştim. Bu yazı ise günlük gereksinim çatışmalarının nasıl çözülebileceğini anlatacak. Hatırlarsanız sorun penceresinde, bir konu aynı anda her iki tarafa da sorun yaratıyorsa iletişim becerisi çatışma çözme olmalıdır demiştim. Örneğin sizin gereksiniminiz çocuğunuzun kış günü üşütüp hastalanmaması için mevsime göre giyinmesi iken, dört yaşındaki kızınızın gereksinimi de fırfırlı etekli yazlık elbisesiyle yuvaya gitmek istemesi olabilir. İşte bu yazı, bu örnekteki gibi birinin istediği gerçekleştiğinde diğerinin kendini kaybetmiş hissedeceği durumlarda anababaların başvuracağı bir etkili iletişim becerisi olan “Kazan-Kazan Çatışma Çözme Yöntemi” nin yaşama nasıl geçirileceğini göstermeye çalışacak.

Soru: Küçük kızınız bir kış sabahı dolabında fırfırlı yazlık elbisesini göremese acaba yuvasına gitmek üzere hazırlanırken “Ben fırfırlı elbisemi giymek istiyorum” deme olasılığı ne kadardır? Çok az. Belki de hiç. O zaman gereksinim çatışmalarının ortaya çıkmasından önce, sorun önleyici olarak yapabileceğimiz şeylerin olduğunu düşünebiliriz.

Gordon, çocuklarla aramızda çıkması olası sorunları önlemek için yapabileceğimiz 8 uğraştan söz ediyor:

. Ortamı zenginleştirmek
. ” yoksullaştırmak
. ” yalınlaştırmak
. ” kısıtlamak
. ” çocuğa uygun hale getirmek
. Bir uğraş yerine başkasını koymak (değiş-tokuş)
. Çocuğu ortamdaki değişikliğe hazırlamak
. Büyük çocuklarla geleceğe dönük düzenlemeler yapmak

Ortamı zenginleştirmenin
sonuçlarını biliriz. Çocuğun uğraşacağı bir şeylerinin olması onunla ilgilenemeyeceğiniz zamanlarda kurtarıcınız olabilir. Bazı anneler oyuncakların çocuğun odasından dışarı çıkmasına izin vermezler. Oysa oturma odasında onun oyuncaklarını getirip kendi kendine oynayabileceği bir “yerinin” olması akşamları uyku öncesinde çok işe yarayabilir. (Birey ve ait olma dengesi)

Ortamı yoksullaştırmak ve yalınlaştırmak birlikte ele alınabilir. Babalar genellikle annelere göre çocuklarını daha kısıtlı zamanlarda görüyorlar. Bu nedenle sohbetler ve oyunlar kısıtlı zaman içinde gerçekleşiyor. Baba-oğulun güreşmesi bittikten sonra babanın oğluna ” Haydi bakalım aslan parçası şimdi yatma zamanı, doğru yatağa” demesi ile, dediğinin gerçekleşme olasılığı nedir? Sıfır. Çünkü çocuklar yatma zamanı yaklaşırken uyarılmaya, heyecanlanmaya değil, sakinleşmeye ihtiyaç duyarlar. Olanaklıysa evin sessizleşmesi, uyku öncesi çok işe yarar.

Çocuk büyürken ev sadeleşmeli, “Yapma, dikkat et” deme yerine vazolar, biblolar geçici bir süre ortalıktan kaldırılmalıdır.

Ortamı kısıtlamak da sorunların oluşmasını engelleyebilir. Örneğin çocuk parkları çok işe yarar. (Çocuğum soba ile ısınan bahçeli bir evde büyümüştü. Ahşap bir oyun parkımız vardı. Ben çocuğumu değil, sobayı oyun parkı içine almış, çocuğumu özgür bırakmıştım)

Çocuklara “Şurada suyla oynayabilirsin, buradaki duvara resim yapabilirsin…………bunların dışındaki yerlerde bunları yapamazsın” demek bir tür kısıtlamadır, ancak bu kısıtlamanın içinde özgürlük de vardır bu nedenle çocuklara bunlar kısıtlama gibi gelmez.

Ortamı çocuğa uydurmak. Prizler, bıçaklar, ilâçlar, kibritler, temizlik malzemeleri çocuğun ulaşamayacağı yerlere konduğunda ev çocuğa uydurulmuş olur. Yeni yürümeye başlayan bebeğin olduğu bir evde koridorlardaki küçük yollukların kaldırılması da çok işe yarar. Lavabo musluğuna ulaşabilmesi için minik bir tabure, atma-tutma döneminde cam ve porselen tabak, bardak yerine kırılmazların alınması da sorun önleyici uygulamalardır.
Bir uğraş yerine başkasını koymak diğerlerinde olduğu gibi hepimizin bildiği bir kuraldır. Çocuğun elinden bir şey almak istiyorsak önce ona başka bir şey vermeliyiz ki istediğimizi bıraksın. Değiş-tokuş yapmadan çocuğun elindekini almak gözyaşı getirir.

Çocuğu ortamdaki değişikliklere hazırlamak
yapılması çok gerekli ve olabilecek sorunları önleyici bir çalışma bence. Bu iki nedenle önemli: Önce çocuk yeni duruma kendini daha kolay uydurmak için bilgi elde etmiş olur. İkincisi de anababası tarafından adam yerine konmuş olur. Evde olacak değişiklikler; eve misafir gelecekse kimin geleceği, ondan beklentilerin neler olacağı; ilk kez tiyatroya gidecekse oranın nasıl bir yer olduğu, kuralları; doktora giderken doktorun ne yapacağı, aşı olacaksa söylenmesi, ne kadar acıyacağı, ama onun buna dayanabileceği gibi şeylerle çocuk değişikliklere karşı donatılmalıdır. Olacakları açıkça konuşmak böyle durumlarla baş etmesine yardımcı olacaktır. (Oğlum büyürken bu tür açıklamaların hem O’nu hem de bizi çok rahatlattığını ve çocuğumu olgunlaştırdığını hatırlıyorum. Galiba biraz da fazla ileri gitmiştim. Üç buçuk yaşında iken iğnesini eline vermiş ve eczaneye iğne olmaya göndermiştim. İnanılır gibi gelmediğini biliyorum ama bunu başarmıştı.) Adam yerine konulan çocuk “adam gibi” davranıyor.

Daha büyük çocuklarla geleceğe dönük düzenlemeler yapmak
da olası sorunları önler. Örneğin ileti panosu hazırlamak; odasını düzenleyebilmesi için misafir geleceğini önceden haber vermek; odasına kapısını vurmadan girmemek; gerektiğinde kendisine ulaşabilmeniz için arkadaşlarının isim ve telefonların listesini yapmasını istemek gibi şeyler muhtemel sorunları önleyebilir. Özellikle ergen çocukların özel eşyalara, özel yaşama, bağımsız uğraşları için uygun alanlara ihtiyaçları vardır. Keşke her anababa böyle olanakları çocukları için hazırlayabilse…

Daha pek çok şey düşünülebilir. Anababaların bu uğraşları öncelikle çocuğa saygıdır. Onun önemsendiğini göstermektir. Önemsenen çocuk da kendini değerli hisseder.

Benim gençliğimde çocuk doğduğunda evde hiçbir şeyin yeri değiştirilmez, çocuğun vazoları, bibloları ellememesi çocuğa “öğretilirdi”. Anneler ” Ben hiçbir şeyin yerini değiştirmedim, cıss dedim mi hemen elini çekerdi ” diye övünürlerdi. Bebekler ve çocuklar dünyayı, çevresini nasıl öğrenir? Önce elleriyle. Çocuğa “elleme” demek, “Bunu merak etmen yanlış, öğrenmesen de olur” demektir. Bebeğe daha ilk aylardan itibaren onu “terbiye etmek” için “hayır” demek, bebeğin gelişmesini engellemek demektir. Evin bebeğe göre düzenlenmemesi “Bu ev anababanın evi, buraya sen sonradan geldin, bizim kurallarımıza göre yaşayacaksın, çevre sana uymasa da bu bizi ilgilendirmez, sen uyum yapacaksın!” demektir.

Gordon’un şu sorusu çok anlamlı: Bu ev kimin evi?

Evet sevgili anababalar ev hepimizin evi desek de, tüm düzenlemeleri çocuğa göre yapsak da çatışmaların çıkması yine de kaçınılmazdır. Zaten evde çatışma çıkmaması değil, önemli olan çatışmaların hangi yolla çözüldüğü ya da çözülmeye çalışıldığıdır?

Hatırlarsanız birinci yazının sonunda çocuğunuzla ilişkinizde:

– “Ben büyüğüm, doğruları ben bildiğim için benim dediğim olur” yaklaşımında mısınız?

– “O henüz minnacık onun dediği olsun, üzülmesin” diyenlerden misiniz?

– Önce çok sabır gösterip dayanamayacak noktaya geldiğinizde başa dönenlerden misiniz?

– Yoksa, kendinizi yok saymadan; çocuğunuzun da yaşı, boyu ne olursa olsun onu kendinizle aynı haklara sahip bir “birey” olarak görüp üst-ast ilişkisi kurmadan kazan-kazan diyenlerden misiniz?
diye sormuştum.

İlişkide sorun yokken “hangi tip” ana/baba olduğunuz da önemi yoktur. Hangi yaklaşımda olduğunuz aranızda bir sorun olduğunda aniden ortaya çıkıverir ve yukarıdaki yaklaşımlardan birini gösteriverirsiniz. Nasıl? Çocuğunuzla istekleriniz, ihtiyaçlarınız çatıştığında çatışmanızı çözme biçiminizle.

Eğer o gün ve o saat neşeniz yerindeyse, kendinizle ilgili bir sorununuz yoksa, başka bir deyişle kabul alanınız genişse hoşgörülü hatta kendi ihtiyaçlarınızdan ödün verici olabilirsiniz. “Çocuktur, olacak o kadar” diyebilir ve çatışma konusunu onun istediği biçimde çözebilir, yani onun istediğini yapabilir ya da yapmasına izin verebilirsiniz. Yorgun ve işiniz başınızdan aşkınsa vay çocuğun haline! O zaman genellikle ” Hayır efendim, o öyle olamaz,” cümlesi çocuğunuzun ihtiyacının ne olduğunu bile anlama sabrı göstermeden ağzınızdan dökülüverir.

Çocuğumuzla adeta bir tahterevallide gibiyizdir. Bazen çocuğa kendi istediğimizi dayatır (Ben kazanırım- o kaybeder), bazen de onun istediğini yaparız (Ben kaybederim- o kazanır). Bazen de benim istediğime boyun eğmediğinde “Sen benim dediğimi yapmazsan ben de sana çizgi film seyrettirmem” deyip kaybet-kaybet yaklaşımı gösterebiliriz.

(Çocukluğumda çocuğuna sözünü geçiremeyen annelerin klişe sözlerinden biri de ” Sen beni dinlemiyorsun ben de seni akşama babana söylemezsem, görürsün” idi. Şimdi düşünüyorum da anneyi ne kadar aciz kılan bir cümle. Şunu da unutmamak gerekir, babası ile korkutulan çocuk babası ile korkutur. Annesinin bir açığını yakaladığında “Seni babama söylicem” cümlesini kullanmak bu kez de çocuğun hakkı olurdu, çünkü bunu annesinden öğrenirdi.)

Görüldüğü gibi çatışma çıktığında şekilde de olsa bir taraf kazanırken, diğer taraf kaybediyor. Bu yaklaşıma Gordon kazan-kaybet diyor. Bir de gelecek yazının konusu olan kaybeden yok yönteminden söz ediyor. O halde

Kazan-Kaybet Yöntemleri yukarıda sözünü ettiğimiz gibi ikiye ayrılıyor:

Kazan-Kaybet Yöntemi / Yöntem 1 / Baskıcı Yöntem (Ben bilinci yaklaşımı)
Kaybet-Kazan Yöntemi / Yöntem 2 / Ödün Veren Yöntem (Sen bilinci yaklaşımı)

Şimdi bu yaklaşımları ve sonuçlarını E.A.E kitabından örnekleyelim (Parantez içleri bana ait):

Baba ve 0n yaşındaki kızı arasında yaşanan çatışmanın Yöntem 1 ile çözümünü görelim:

Jane- Hoşça kal baba ben gidiyorum.
Baba- Tatlım yağmur yağıyor, ama sen yağmurluğunu giymemişsin.
Jane- Gerek yok.
Baba- Gerek yok mu? Islanırsın, elbiselerin mahvolur, hastalanırsın.
Jane- O kadar çok yağmıyor.
Baba- Yağıyor.
Jane- Yağmurluk giymek istemiyorum. (Çocuk duygularını anlatıyor ama baba duymuyor.)
Baba- Tatlım bak, biliyorsun, giyersen hem üşütmez, hem ıslanmazsın, Dön ve giy lütfen. (Hepimizin yaptığı gibi son gayretle iknaya çalışıyor.)
Jane- O yağmurluğu hiç sevmiyorum. Giymeyeceğim. (Direniyor.)
Baba- (Sabrı taşmış) Hemen odana git ve yağmurluğunu al. Böyle bir havada okula yağmurluksuz gitmene izin vermem.
Jane- Ama ben onu sevmiyorum. (Duygusunu yeniden dile getiriyor.)
Baba- Aması maması yok. Giymezsen annenle ben sana zorla giydirmek zorunda kalacağız. (Gözdağı veriyor:İletişim engeli)
Jane- (Kızgınlıkla) Tamam tamam siz kazandınız. O aptal yağmurluğu giyeceğim.

Baba kazandı, çocuk kaybetti. Acaba baba gerçekten kazandı mı? Çocuğun evden çıkıp okula gidene kadar yağmurluğunu çıkartıp çantasına koymama garantisi var mıdır?
Yöntem bir ilk anda çabuk çözüme ulaşır gibi görünür ama tek taraflı alınan kararlara çocuğun uyup uymadığını denetlemek sanıldığından da çok zaman alır.

Özetleyelim:



Yöntem 1 etkisizdir
çünkü:
. Anababa kendi çözümünü çocuğa dayatma biçiminde sunduğu için çocuk bu çözüme/karara uymak istemez.
. Boyun eğebilir ama bu boyun eğişi korktuğu içindir.
. Çözüme uymamak için kaçamak yollar arar.
. Kendi isteklerini yok sayan anababasına karşı öfke duyar ve düşmanca duygular besler. Sevgi ve şefkatin yerini kızgınlık ve nefret alır.
. Yöntem 1 anababa-çocuk arasındaki ilişkiyi sürekli olarak kötüye götürür.

Gordon der ki: “Çocukların bir işi yapma isteksizliği ile, aynı işin Yön.1 kararıyla ona verilmesi arasındaki ilintiyi çok az anababa görür. Çocuğu bir şey yapmaya zorlayarak hiçbir zaman işbirliği elde edilemez.

Yön.1 in çok açık olan başka bir sonucu da çocuğa kendini denetleme şansı vermemesidir. Anababalar çocuklarına baskıyla bir şeyleri yaptırırlarsa, büyüdüklerinde sorumlu yetişkinler olacaklarını sanırlar. Ancak gerçekte tam tersi olur. Çünkü bazı çocuklar anababalarının baskılarına boyun eğerek başetmeye çalışırlarken, kendi davranışlarından sorumlu olmayı öğrenmek şöyle dursun, davranışlarını denetlemek için bir dış otoriteye bağımlı olup çıkarlar. Yetişkin olduklarında kendilerini denetleyemezler, davranışlarını denetleyecek ve sorunlarını çözecek kişileri bulmak için bir otorite figüründen diğerine koşarlar. Bu insanlarda soğukkanlılık ve sorumluluk yoktur. Çünkü bu özellikleri kazanmaları için onlara hiç şans tanınmamıştır.

Anababalar bu kitaptan tek şey öğreneceklerse onun şu olmasını dilerim: “Güç ve otoritelerini kullanarak çocuğa bir şey yaptırmaya her zorlayışlarında, onun kendini denetleme ve sorumluluk edinmeyi öğrenme şansını elinden aldıklarını bilmelidirler”

Aynı çatışmanın bu kez Yöntem 2 ile çözümünü görelim:

Jane- Hoşça kal baba, ben gidiyorum.
Baba- Tatlım yağmur yağıyor, ama sen yağmurluğunu giymemişsin.
Jane- Gerek yok.
Baba- Gerek yok mu? Islanırsın, elbiselerin mahvolur ve hastalanırsın.
Jane- O kadar çok yağmıyor.
Baba- Yağıyor.
Jane – Yağmurluk giymek istemiyorum.
Baba- Ben giymeni istiyorum.
Jane- O yağmurluğu sevmiyorum, giymeyeceğim. Zorlarsan hırkamı da çıkartır giderim.
Baba- Tamam tamam vazgeçtim. Ne halin varsa gör.

**********
Baba kendi isteğinden ödün verip kızının istediği gibi davranmasına gönülsüzce de olsa izin vermiştir, daha doğrusu katlanmıştır.
Yöntem 2, yöntem 1 kadar çocuğun sağlıklı gelişmesine engeldir. Yöntem 1 çocuğu baskı karşısında tavır almayı öğrenir. Ceza korkusuyla ya da ödül hevesiyle isteneni yapmayı öğrenir. Büyük karar verir, çocuk (sonucu kendisi için kötü olsa da) o sınırlara uyar. Oysa Yöntem 2 çocuğu sınırları olmayan bir dünyada yaşıyor gibidir. Ne yapacağına hep kendi karar verir. Bu durum küçük bir çocuk için aslında ne büyük bir yüktür. Bu nedenle olduğunu sanıyorum, Yöntem 2 çocuğu hep mutsuz, hep huzursuz, hep mız mızdır. Her istediği yapıldığı halde bir türlü mutlu olmaz. Bencil ve şımarık oldukları için okulda sevilmemek de ayrıca bu çocuklara ızdırap verir.

Özetleyelim:

Yön.2 neden etkili olamıyor?

. Anababanın Yön. 2 yi kullanması çocuğun onlar üzerinde güç kullanmasını yüreklendirir. Anababasını denetim altında tutmak için öfke nöbetlerine, ağlama krizlerine tutulur. Anababasını nasıl suçlu hissettireceğini de kolayca öğrenir.
. Çocuk davranışlarını denetleme gereği duymaz. Bencil ve hep “isteyen” dir.
. Arkadaşlık ilişkilerinde ve öğretmenin sözünün geçtiği okullarda sorunlar yaşar ve bocalar.
. Bu kez anababadan çocuğa doğru olumsuz duygular yükselir.
. Yön 2 nin en önemli olumsuz etkisi ise büyük bir olasılıkla çocuğun anababasının sevgisinden emin olamamasıdır. Yön.2 çocuğu, anababasının kendisine kırıldığını, kızdığını, sinirlendiğini hisseder, anlar. Hele diğer yetişkinlerden ve arkadaşlarından acımasızca geri bildirim aldıkça sevilmediğini hissetmeye başlar.

Sonuçları tümüyle farklı olsa da bu iki yöntem bir konuda benzerdirler: İkisinde de kazanmak isteyen, isteğini karşısındakine kabul ettirmeye uğraşır. Tavırları savaşçı tavrı gibidir. Hırslı, bencil ve empatiden uzak…. Yalnız Yön.2 nin Yön.1e göre bir üstünlüğü vardır. Yön 2 çocuğu kendi istediğini yaptırmak için formüller, kurnazlıklar bulmaya çalışır, yani hep düşünür ve yaratıcılığı gelişir. Ancak anababaların bu yaratıcılık için ödedikleri bedel çok yüksektir: Çocuklarına dayanamamak. (E.A.E den)

Bizim dilimizde şöyle bir söz vardır: ” Anababa çocuklarını ayırmaz, hepsini aynı derecede sever.” Acaba?

Yön.2 ile anababalık hiç de kolay ve zevkli değildir, der Gordon .
Sürekli ödün vermemize neden olan çocuğumuzu, bize sorun çıkartmayan çocuğumuz kadar sevebileceğimize ben de inanamıyorum. Ama çocuklar kendiliğinden mi böyle oluyor? Biliyoruz ki her çocuk mizacıyla dünyaya geliyor, ama kişiliği çevresiyle etkileşim sonucu gelişiyor. Önemli olan çocuklarımızın mizaçlarını/huylarını olduğu gibi kabul etmemizdir. Eğer çocuk bu kabulü yaşama şansına sahip olursa işler daha kolay olacaktır. Annemin şöyle bir sözünü hatırlıyorum ” Bilge sakindir, Birsen hırçındır, ben ona göre davranırım.” Burada müthiş bir bilgelik var. Eğer annem benim kalıtsal olarak getirdiğim özelliğimi (kendisinden ödün vermeden) kabul etmeseydi ben inatlaşacak, kendimi kabul ettirmek için savaş verip bekli de annemi pes ettirip bir Yön.2 çocuğu olacaktım. Unutmayalım ki kardeşler aynı evde, aynı fiziksel koşullarda ancak farklı psikolojik ortamlarda büyürler. Bu ne demek? Çocuğumuzla kurduğumuz ilişki, o çocuğu diğerinden farklı bir psikolojik ortamda yaşatıyor. Eğer çocuk “zor çocuk” değilse ilişki sorunsuz, “zor çocuk” ise sorunlu olacaktır. Bu da çocukların farklı psikolojik ortamlarda büyümelerine ve farklı kişilikler geliştirmelerine neden olacaktır. Bu aslında tam da bir tavuk-yumurta döngüsü gibidir. Ama anababalar çocuğa diyemezler ki “Sen de uyumlu bir mizaca sahip olsaydın da abin/ablan gibi seninle de iyi geçindeydik”. Bunu değil söylemeye düşünmeye bile hakkımız yok. Madem ki biz büyüğüz, doğruyu yapmak bize düşer, çocuğa değil.

Sevgili anababalar ne çocuğumuzu ezerek ne de onun istekleri karşısında “pas pas” olarak ilişki kurmamıza gerek yok. Hem kendimiz gibi olarak (duygu, düşünce, istek ve ihtiyaçlarımızın farkına varıp dile getirerek) hem de çocuğumuzun da kendi gibi olmasına izin vererek çatışmalarımızı çözebileceğimiz ve bu ilişki içinde her iki tarafın da mutlu olup gelişebileceği, kendini var ve değerli hissedebileceği bir çatışma çözme yöntemi var:

Kaybeden Yok /Kazan-Kazan/ Yöntem 3
Bir sonraki yazıda bu yöntemi, sonuçlarını ve örneklerini bulacaksınız.

Sevgilerimle.

(Birsen Özkan yazılarından metin ya da resimlerden alıntı yaparken lütfen yazarın adını belirtiniz. Kaynak göstermeden alıntı yapmak 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına göre suçtur.)

Bunlar da hoşunuza gidebilir...