Yediden yetmişe herkes Yeni Türkiye’den ya da yeni bir dönemden bahsediyor. Siyasetçisinden gazetecisine, köşe yazarları, televizyonlar, televizyoncular, sokaktaki insan, en siyasetle alakasız vatandaş bile twitterdaki siyasî analizlerle yatıp kalkıyor.
Tamam birşeyler değişiyor, olumlu olan şeyler çok ama “her şey çok harika gidiyor” moduna girmek için çok erken değil mi?
Herşey harika olsun diye ümit etme, fikir alıp verme, dua ve istişare etme zamanı belki.
Benim çocuğum hala kişiliğin değil şöhretin meta sayıldığı popüler kültürün, insana kendi hazzından başka birşey düşündürtmemeye uğraşan kapitalist reklamların, doğruluğun dürüstlüğün değil gücün geçer akçe sayıldığı bir sosyal ortamın mesaj bombardımanına maruz. Ve ben de. Ve ülkemin tüm insanları da.
Evet bunların hemencecik değişmesi beklenemez ama en Amerika’yı sevmiyorum diyen insan bile Batının dengesiz değerlerine hayranlıkla savrulup giderken, gençler kadınlar insanı hedefsizleştiren tv dizileriyle hayat öldürürken, ahireti düşündüğünü söyleyen dindarlar bile vur patlasın çal oynasında sınır tanımama yarışına girmişken, estetik, sanat, medeniyet ne olduğu bilinmeyen kavramlar sırasına girmişken “herşey ne güzel” modunda siyasî olayları seyretmek biraz kendini kandırmak oluyor.
Değişimde biraz daha derine inilmesini bekliyoruz. “Bu sadece başlangıç” şeklinde açıklama yaptıklarına göre siyasîlerden bunu bekliyoruz.
Mesela eğitim alanında, eski yasaklamalara da tepki olarak imamhatip okulları açıldı, dahası bazı düz liseler imamhatip okuluna çevrildi. Hatta önüm arkam sağım solum imamhatip oldu desek yeri.
Çocukların Kuran-ı Kerim ve Arapça öğrenmesi ne kadar güzel, fakat biraz daha sorgu ve düşünmeye yönelik dersler konulsa nasıl olur müfredata.
Yeni Türkiye dediğimiz şeyin, hızla artan bir başı kapalı ama namaz kılmayan; imansız, düşünmesiz, tefekkürsüz, sorumluluksuz bir şekil İslamiyeti yaşamak isteyen insan sorunu var. (Alimler demişler ki, “İslamiyetsiz iman kurtuluş sebebi olmadığı gibi imansız İslamiyet de kurtuluş sebebi olamaz.”)
İmamhatiplerde Kuran okumayı ve hatta Arapçayı bilen ama aklı ve fikri ecnebi, haram helal bilgisine sahip ama hissiyatı haramı helali kabul edemeyen, tüm samimiyetiyle kul olmak isteyen ama onu şımarıklaştırmaya ve daha fazla sahip olmaya yönelten popüler mesajlar yüzünden “modern bir tanrıcık” olmaya itilen, arada kalmış boğulmuş, içi dışıyla çelişik bir nesil yetişmesin lütfen.
Böyle bir şey iyi niyetle imamhatip açarken dindarlara daha çok zarar vermek olur.
İmamhatiplere iman dersi konulabilir, mevcut okullardaki Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersinin de içeriği değişebilir. (Hatta lütfen bu saçma isim de değişsin.)
Düşününce öyle çok şey geliyor ki insanın aklına. İslam Medeniyeti diye bir ders de olabilir. Eski medeniyetlerin Selçuklu’nun Osmanlı’nın yaptığı camiye, inşa ettiği hana hamama “adamlar ne güzel yapmış” diye yorum yapılmasından, eskiye bakıp bakıp durmayı esas alan bir dersten bahsetmiyoruz ama.
O medeniyet hangi ruhtan çıkmış?
Komşusu açken tok yatamamak ne demektir. Bu kaygıyı unutmadan şehirler inşa etmek nasıl olur?
Yaptığın eserde binada insanların ne bedenlerine ne de göz zevklerine eziyet vermeyen bir bütünlüğü nasıl yakalarsın, esma-i İlahiyeye nasıl ayine olursun?
Gerçekten anlamadığım konularda laf ediyorum. Bu konuda uzman olan kişiler çıkıp fikir verse de, kendi halinde bir anne olan bana düşmese bunları söylemek.
İman dersi diye bir ders olsa işlenecek öyle çok konu var ki.
Risale-i Nur’un iman derslerini bilirken kaynak sıkıntımız yok, ne anlatsak acaba diye bir mesaj yoksunluğumuzsa hiç yok.
Bir tanesi
“Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz, bir harf kâtipsiz olamaz; biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?”
Benzeri
“Şu acip âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâ sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünkü, anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize medet verecek?(22. söz)
Bu konu bir ünite şeklinde uzun uzun işlense öyle güzel şeyler olur ki.
Amaç sadece bir Yaratıcı’nın varlığını ispatlamak değil, baktığı herşeye O’nun eseri gözüyle bakabilecek, ve O’nu eserlerinden çıkardığı anlamla tanıyacak. Nasıl bir gören, duyan, bilen, merhamet sahibi bir Yaratıcı’nın kulu olduğunu hissedecek. Gözüyle gördüğü mevcudattan gözüyle gördüğü deliller süzecek.
Kimse sana karışamaz, bu senin hayatın, kimse seni sevmiyor, seni kimse umursamıyor, haz peşindeysen, anı yaşa gibi mesajların imha olması, vız gelip tırs gitmesi için böyle tefekkürler gerek.
Diğer biri:
“Ben bütün rahatımı, keyfimi, O’nu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, tesadüfî ve karma karışık işlerdir; kendi kendine dönüyor. Benim neme lâzım?”
desisesine
“O’nu tanımazsak, lâkayt kalsak, menfaati hiç yok. Zararı olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir; menfaati olursa pek azîmdir. Onun için, ona karşı lâkayt kalmak hiç kâr-ı akıl değildir.”
şeklinde verilen cevaplar, yapılan kıyaslar. Menfaat-zarar kıyası yaptıran Küçük Sözler kitabındaki bölümleri küçük çocuklar bile anlıyor. (Çocuklarla okuduğumuz kısımları zaman bulup yazmayı çok istiyorum)
Sonra insanın mahiyetine, ne olduğuna, bu dünyada gerçekten neyi aradığına dair kısımlar var:
“Evet, insana verilen bütün cihâzât-ı acîbe, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil, belki pek ehemmiyetli bir hayat-ı bâkiye için verilmişler. Çünkü, insanı hayvana nisbet etsek görüyoruz ki, insan, cihazat ve âlât itibarıyla çok zengindir, yüz derece hayvandan daha ziyadedir. Hayat-ı dünyeviye lezzetinde ve hayvanî yaşayışında, yüz derece aşağı düşer. Çünkü her gördüğü lezzetinde binler elem izi vardır. Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve herbir lezzetin dahi elem-i zevâli, onun zevklerini bozuyor ve lezzetinde bir iz bırakıyor.” (23. Söz)
Yazının uzamaması için kopyaladığım bir çok bölümü sildim. Fikir verebilmek adına bunlar yeter sanırım.
Bir tek dinin ışık tutabildiği, insan nedir, ne ister, dünya neresidir, ne içindir sorularının cevabı öğretilsin çocuklara.
Yıllardır okullarda gereksiz hiçbir işimize yaramayan şeyleri hatta zarar verenleri çok öğrendik. Biraz da ekmek gibi su gibi muhtaç olduklarımıza yer açılsın.
Zihni böyle işleyen bir neslin diğer matematik fen gibi derslerindeki başarısı da artar.
İyi de öğretmen nasıl bulacağız bu derslere demeyin, o sizin işiniz. Sağlık alanında başta “öyle olur mu” denilen fakat sonradan çok beğeni toplayan reformlar yaptınız. Evet eğitim daha karmaşık bir alan ve gönüllülük esas olmayıp tevhid-i tedrisat sürdükçe hiç birşey kolaylaşacağa benzemiyor ama başlangıç olarak böyle bir reform yapsanız.
O derslere girebilecek gönüllü insanlarla dolu bu ülke.
Bir heyet eşliğinde bir sınav ve mülakat tasarlayıp, gönüllü öğretmenlerinizi seçmek gibi çözümler akla geliyor.
Düşünmeye, sorgulamaya, kıyas yapmaya, farkında olmaya yani mevcut sıkıcı eğitim sistemine göre biraz sıradışı olmaya hiç olmadığımız kadar muhtaç olmaya başladık. Allah daha fazla muhtaç etmeden lütfen birşeyler yapınız.