Genel

Yeme Alışkanlıklarını Değiştirerek Hastalıklardan Korunmak Mümkün Mü?

Hastalıklar için doğal şifalardan bahs ettiğim bir kaç yazıda, 4 yıl önce kızıma hamileyken okuduğum Dr.Aidin Salih'e ait Yitik Şifa'nın İzinde Gerçek Tıp kitabından bahs etmştim. Kitabı okurken özellikle beslenme ve yeme alışlanlıklarıyla ilgili birçok bilgiyi kabullenmekte zorlanmıştım. Neden zorlandığımı, aşağıda o bilgilerin bir kısmını okuyunca siz de anlarsınız. 

Kabullenmekte zorlandım ama zaman içinde, hayatın içinde o bilgileri hep kritik ettim, sorguladım. Kendime uyguladım sonuçlarına baktım, memnun kaldım. Bazen korkarak çocuklara uyguladım, şaşırtıcı harika sonuçlar gördüm. Kitabı okur okumaz radikal bir değişim yaşamadım ama zaman içinde yavaş ve köklü bir değişim yaşadım. Bugün bakıyorum da 4 yıl önceki beslenme alışkanlıklarımız tamamen değişmiş. Eşim de ben de çocuklar da, hemen hasta olmayan, daha dayanıklı, hasta olunca da hiç ilaçsız iyileşebilen bir hale gelmişiz. Bu kışı hiç ilaç ve antibiyotik kullanmadan geçirdik. (Kitaba göre bulaşıcı olanlar hariç hastalıkların neredeyse tamamı beslenmedeki yanlışlıklardan kaynaklanıyor.)

Sonraki yazıda nasıl ve neler yaparak değiştiğimizi anlatacağım. Şimdilik, başta kabul etmekte zorlandığım o bilgileri paylaşıyorum. Yitik Şifa'nın İzinde Gerçek Tıp Kitabından alınmıştır:
……………………………………..

"Çok yeme ağacı"nın hastalık meyvelerini nasıl olgunlaştırdığına baka­lım.

Çok yemek:

Fazla yemek yendiğinde mide hazım için daha çok enzime ihtiyaç duyar. Enzim üretmek vücut için çok güçtür ve kıymetli maddeler gerekti­rir. Sağlıklı bir insanın midesi 200-250 gr. yemeğin birinci hazmını, besin­lere ve kişinin hazım gücüne göre değişmekle beraber, 3-4 saat içinde ko­layca gerçekleştirebilir. Bu miktarda yemeği hazmetmek için kalp zorlanmadan rahatça çalışacaktır. Bunun 2 katı yemek yendiğinde ise, yemeğin hazmedilmesi ve fazlalıkların kısmen depolanarak, kısmen çıkartılması için, kalbin 4-6 kat daha fazla çalışması gerekecektir.

Bu işlem sadece kalbi de­ğil, besinleri hazmetme, depolama ve fazlalıkları vücuttan uzaklaştırmakla görevli diğer organları da yıpratır. Mesela, bir araba taşlı, bozuk ve dik bir yolda, düzgün yolda harcadığı yakıtın 2-3 katını harcar. Mesafe aynıdır fa­kat harcanan yakıt miktarı farklıdır. Devamlı zorlu çalışmaktan harap olan bir motor gibi, insan kalbi de aşırı çalışmadan dolayı rızkını çabuk tüketir. Çünkü kalp atışları sayılıdır.

Genç bir insan fazla yemek yediğinde, vücudu kuvvetli olduğu için hazmederek, fazlalıkları dışarı atabilir. Ancak fazla yemek alışkanlık halini alır zorlanma devam ederse, bu kuvvet tükenir, fazlalıkların giderek daha artmasıyla vücutta depolar oluşur. Depolar dolduktan sonra ise atıklar kanla birlikte dolaşmaya başlar. Böylece kan ağırlaşır, dolaşımı yavaşlar. Ağırlaşan kandaki atıklar damarlarda birikmeye ve zamanla damarları tıka­maya başlar. Daralan ve tıkanan damarlardaki kan, organları yeteri derece­de besleyemeyecek kadar azalır. Beslenemeyen organlar beyne 'Açız!" uya­rısı gönderir, beyin de bu çağrıya cevap olarak iştahı çoğaltır. Bu, insanı da­ha çok yemeye zorlar.

Yedikçe kandaki fazlalıklar ve damarlardaki tıkanık­lıklar çoğalır. Kan daha da koyulaşır, dolayısıyla organların açlık hissi da­ha çok artar. Bu kısır döngü devam ederken insanlarda konsantrasyon, ha­fıza, düşünme, anlama ve öğrenme yeteneği azalmaya, hastalıklar birer birer kendini göstermeye başlar. "Fikir uyur, hikmet ölür, organlar durur, insanî sıfatlar yavaş yavaş kaybolur." Böylece, 'Yemek onlar için bir ceza olacaktır" hikmeti zuhur eder.

Bazı insanlar fazla yemenin bedelini aşırı şişmanlıkla ve beraberinde ge­tirdiği hastalıklarla öderler. Bazıları da vardır ki, ne kadar yerse yesin, hep zayıf kalırlar. Bunlar kendi durumlarının şişmanlardan daha iyi olduğunu zannederler. Çoğu zaman onların durumu şişmanlardan daha tehlikeli ola­bilir. Çünkü fazlalıklardan oluşan atıklar, ilaçlar, toksinler ve katkı madde­leri şişmanların vücudundaki yağlarda depolandığı için, organların tahrip olması kısmen de olsa önlenebilir. Ancak zayıfların, kan vasıtasıyla bütün vücutlarını dolaşan toksinler, ateş, öksürük, terleme, nezle, kusma, ishal, si­vilce, çıban gibi yollarla dışarı atılırken bu ağır işlemler hem organlarını yıpratır hem de eklemlerde, kaslarda ve organlarda depolanarak, buralarda ağrıya, enfeksiyona, kistlere ve genetik değişimlere (mutasyonlara) sebep olur. Bu tip insanlar genelde sık hastalanan, sıkıntılı ve asabî insanlardır.

Karışık Yemek

Mizaca uymayan veya birbirine uygun olmayıp, hazmı için ayrı enzim­ler gerektiren yemekler birbiriyle karıştığında hazmolamadan çürür. Mese­la, karbonhidratlar ile proteinler, süt ürünleri ile balık, birkaç inekten sağı­larak karıştırılan süt, karışık et (örneğin, aynı cinsten iki farklı hayvanın eti, bir hayvanın eti ile bir diğerinin yağı, dana ile tavuk eti veya aklınıza gelebilecek herhangi bir et kombinasyonu), balık ile et, karışık yağlar (örneğin, koyun ile tavuk yağı, katı yağ ile sıvı yağ) birbirlerine zıttır. Çünkü bunla­rın parçalanabilmesi için ihtiyaç duyulan enzimler birbirine zıttır. Bu zıtlık, enzimlerin üretilmesine engel olur ya da üretilmiş enzimlerin birbirini yok etmesine sebep olur ve yenen yemek hazmolmadan çürümeye başlar. Bu, midede saatler süren bir işlemdir ve bağırsaklarda da devam eder. Yemek­ten sonra kanda lökosit sayısının yükselmesi bu sebepledir.

Çürüme veya mayalanma sonucu oluşan zehirli ve asitli kalıntılar sinir hücrelerini doğrudan etkileyerek bağırsakların hareketini yavaşlatır. Yavaş­layan bağırsaklarda toplanan kalıntılar, bağırsakları genişletir, cepler oluş­turur. Bu ceplerde dışkısal taşlar meydana gelir ve yıllarca atılmadan kalır. Beslenmedeki hata devam ettikçe bağırsaklar daha ağırlaşır, hareketi daha da yavaşlar ve kabızlık meydana gelir. Bağırsakların duvarları kanalizasyon boruları gibi zehirli, yağlı atıklarla kaplanır. Bu noktadan sonra vücudun in-toksikasyonu (toksinlerle dolması) hızla artmaya başlar. Vücut, direncini kaybeder, halsizleşir, bağırsaklarda devamlı gaz oluşur, uyku ve tembellik artar. Çürüyen veya mayalanan yemek artıkları bağırsağı zehirleyerek kana karışır. Bu atıklar kandan bütün organlara ve hücrelere yayılarak onları da zehirler, hastalıklara yol açar. Damarları tıkayıp, organ ve eklemlerde top­lanır. Tıkanan damarlarda akan koyu, ağır kan organları beslemekte yetersiz kalır ve organlar, yukarıda belirttiğimiz gibi, "Açız!" diye çığlık atmaya başlar.

Sık Yemek:

Eski hekimler "Hastalık nedir?" sorusuna "Yediğini sindirmeden ikinci bir yemek yemektir", diye cevap vermiştir.

Hastalıkların temel nedenlerinden biri de hazmın tamamlanmasını bek­lemeden bir yemeğin üstüne başka bir şey yemektir. Sindirim sistemi belli kurallarla çalışır. Bu kurallara göre, 200-250 gr. miktarında bir yemek, mi­dede 3-4 saatte hazmolur ki buna birinci hazım denir. Yemeğin cinsine, miktarına ve ağırlığına göre birinci hazmın süresi 6-10 saate kadar uzaya­bilir. Hazım tamamlanmadan yenen ufacık bir lokma dahi midenin hazım sürecini bozar. Bu bir lokma, önceki yemekle karıştığında hazmolamayacağı için mayalanmaya ve çürümeye başlar. Önceki yemeği de bozup çürüterek midede yanma, ekşime, gaz ve şişkinliğe sebep olur.

Aslında, ilk hazımdan değil, üçüncü hazımdan sonra yani, besinler kan­dan hücrelere geçtikten sonra ikinci bir yemek yenebilir. Yani günde iki defa yemek insan için yeterlidir. İçme konusunda da ölçü aynıdır.

Günümüzde insanlar, özellikle kadın ve çocuklar, günün büyük bir kıs­mını sürekli çiğneyerek geçiriyorlar. Yolda yürürken, sokakta konuşurken, sinemada otururken veya ders çalışırken sürekli bir şeyler atıştırarak vücut­larını çöplüğe çeviriyorlar. Büyüklerimiz "İnsan günde 1 de­fa, hayvan 3 defa yer" demişlerdir.  En önemli sağlık kuralı ve bütün hastalıklara deva olan yegâne ilaç iyice acıkmadan yememektir.

Yeme ve İçmede Sıraya Dikkat Etmemek
Et, yumurta, peynir gibi proteinli yiyecekler midede hazmı uzun süren besinlerdir. Tatlılar ve meyveler midede fazla kalmadan bağırsağa geçerek birinci hazmını burada tamamlar. Su ise midede vücut ısısına ulaştıktan sonra, doğrudan bağırsağa geçer. Demek ki, önce su içmeli, sonra birlikte yememek şartıyla meyve veya tatlı, sonra salata ve yemek yenmelidir. İki çeşit yemek yeniyorsa hafif ve sulu olanı ağır ve kuru olandan önce yemek tercih edilir. Önce yemek, sonra meyve veya tatlı yenirse, meyve veya tatlı hazmını tamamlamak için bağırsağa geçemez, midede mayalanır veya çürür ve gaz oluşturur.

İbn-i Sina sabah ekmek yiyenlere, eti akşam yemeyi tavsiye ederdi. Ek­mek ve et arasındaki vakit dilimi bu kadar uzun olmalıdır. Etle birlikte mut­laka ekmek yenecekse, önce ekmeği et suyuna batırarak yemeli sonra et ye­melidir.
Yemekten sonra su içince, aynı şekilde su bağırsağa geçemez, midenin genişlemesine, mide asidinin seyrelip zayıflamasına, hazmın uzamasına, zorlaşmasına ve bozulmasına sebep olur. Yemek arasında su içmek de doğ­ru değildir çünkü yemekte su içen, yemeği iyi çiğneyemez. Gerektiği ka­dar çiğnenmemiş yemek mideye, bağırsaklara ve dalağa ağır zarar verir.

Yemekten 1,5-3 saat sonra su içmek daha uygundur. Zaten 1,5-3 saat sonra midenin hazmı sona yaklaşınca, yani yemek ikinci hazma hazır hale gelince insanın su istemesi normaldir, su içmek için doğru zaman dilimi de budur. Ancak ye­mek kuru ise o zaman çiğnenip yutulan her lokmadan sonra bir yudum su içmekte zarar yoktur. İsteyenler yemekten sonra birkaç yudum su içebilir­ler.

Az Çiğnemek
Karbonhidratlar, organik asitler, aromatik maddeler ve tuzların hazmı ağızda, bol enzim içeren tükürükle başlar, çiğneme esnasında enzimlerle karışır ve bir kısmı ağızdaki kılcal damarlara süzülür. Ağır karbonhidratla­rın hazmı ağızda başlar ve midede aynı enzimlerle devam eder. Ağızda ye­meğin kimyasal yapısı hakkında toplanan veriler beyne gönderilir. Beyin bu bilgiyi analiz eder ve yemeğin hazmını programlar. Bu durumda çiğne­me işlemi büyük önem taşımaktadır. Yemek ne kadar iyi çiğnenirse, beyin yemeğin tahlilini o kadar iyi yapar ve sindirim sistemini o derece iyi hazır­lar. Çiğnenmiş yemeğin tadı ve kokusu ağızda dağılmalı ve kaymağa ben­zer bir nesne (kimus) haline gelmelidir. Bu da 15-40 çiğneme hareketi ile elde edilir.

Ağızda çok miktarda akupunktur noktası bulunur (her bir dişin dibinde 2'şer tane). Çiğneme esnasında besinlerden ayrılan enerji bu akupunktur noktaları vasıtasıyla vücudun genel enerji dolaşımına karışır. Bu yüzden küçük yudumlarla içmek ve küçük lokmalar halinde yemek gerekir. Süt, et suyu, meyve-sebze suyu veya su küçük yudumlarla alınır, ağızda ılıtılır, tü­kürükle iyice karıştıktan sonra yutulur. Eğer gıdalar yeterince çiğnenmezse, sindirim başından itibaren bozulacaktır.

Hızlı yiyen daha çok yemeye mecbur kalır, çünkü vücut besinlerdeki enerjiyi ağızdaki akupunktur noktaları vasıtasıyla kullanamaz, sadece kim­yasal bağlantıları çözme işlemi sonucunda oluşan enerjiyi kullanır. İyi çiğnenmemiş yemek parça veya kütle halinde mideye gelir. Mide bu kütle ve parçaları hazmedemez, sadece çürütür. Taze ekmek, bilhassa taze beyaz ekmek parçaları (özellikle kan grubu "0" olanlar için) ve et parçaları (özel­likle kan grubu "A" olanlar için) en zararlısıdır. Midede çürümeye başlayan kütleler ve parçalar bağırsaklara iner ve orada çürümeye devam eder. Bağır­saklarda çürüyen kütle ve parçalar kandaki lökositleri (akyuvarlar) artırır. Bağışıklık sistemi de bu duruma karşı koruma programı geliştirmek zorun­da kalır ve böylece her yemek bağışıklık sistemini sarsa sarsa vücudu fela­kete götürür. Ancak taze meyve ve sebzelerin lifleri, çekirdekleri ve kabuk­larında böyle bir tehlike sözkonusu değildir. Bunlar bağırsakta yaşayan ya­rarlı mikropları artırır ve vücudun yararına kullanır. Bunun için meyve ve sebzeleri kabuklarıyla ve birkaç çekirdeğiyle berlikte yemelidir. Bağırsak­ların mikroflorasını canlandırmak için yapılacakbir başka şey de her gün 1-3 diş sarımsak yutmaktır.

İyi çiğnemenin yararları:
• Yemeği iyi çiğneyen, az çiğneyene göre, daha az yer içer. Çünkü yemeğin enerjisini eksiksiz kullanmış olur.
Karışık yemeğin zararı azalır.
Hazım süreci kısalır.
Mide, pankreas, karaciğer ve bağırsakların işi kolaylaşır.
Çok daha az enzim (insülin dahil) harcanır.
Mide, bağırsak, karaciğer, pankreas, bağışıklık sistemi, diyabet, tümör, kanser, alerji, diş çürümesi, sinir ve ruh hastalıklarından korun­muş olunur.
Mevcut olan hastalıklar hafifler.
Şişmanlıktan emin olunur v.s.

İbni Sina gibi büyük alimler ve tıp bilginleri, uyuşturucu, sigara ve alkole bağımlılık ve diğer psikolo­jik, ruhsal ve sinirsel hastalıkların temelinde az çiğneme olduğu konusunda görüş birliği içindedir. İyi çiğnenmemiş yemek karaciğer, dalak ve kalbe ağır yük yükler. Bu organların durumu ise ruhsal dengeyi doğrudan etkiler. Büyüklerimiz, "Lokmayı büyük alan ve iyi çiğnemeyene delilik isabet eder" derlerdi.

Hazımsızlık, yüksek, kan şekeri, mide, bağırsak, karaciğer, dalak ve tüm sağlık problemlerinden kurtulmak için bazen sadece beslenme ve çiğneme alışkanlıklarını düzeltmek yeterli olabilmektedir.
Bu satırları okuyanlar, çocukları yanlış besleyerek ne kadar büyük bir tehlikeye sürüklediklerini düşünmelidir. 1,5 yaşına kadar çiğnemeyi bilme­yen, anne sütü dışındaki besinleri sindirecek enzimlere sahip olmayan ve cahil anne-babalara karşı savunmasız kalan biçare çocuklara zorla yemek yedirenler, hiç olmazsa, çiğneyip vermelidir.
……………..

Gözünüze sabrınıza sağlık, canımız hayatımız için kritik önem taşıyan bilgilerin bir kısmını okudunuz. Bundan sonra ne yapacaksınız?

Bana göre, "Aman canım olur mu öyle şey tüm bildiklerimiz yanlış mı yani" yaklaşımı da, bu bilgileri okuduktan sonra birden bire değişmeye çalışmak ve aile fertlerini de birden değişime zorlamak yaklaşımı da doğru değil. Yavaş yavaş sindire sindire ayağınızı yere basa basa denemek ve değişmek en güzeli.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...