Bir hastalık dönemine daha yaklaşıyoruz. Hele çocuklar okullu olunca mikrop alma ihtimalleri daha da artıyor.
Bu cümleleri düşünmek bile anne olarak gereğinden fazla kaygılanmamıza neden oluyor. Çünkü şunu unutuyor, atlıyor, ya da zayıf görüyoruz. Vücutların mikroptan zarar görme potansiyeli var da, mikropla savaşma potansiyeli yok mu? Elbette var.
Ama bağışıklık sistemi denen şeyi nedense zayıf görüyoruz. Biraz da gündem yapmadığımız için galiba. Hastalığı veren Yaratıcı, çocuğa savaşma gücü ve donanımı da vermiş. Hastalığı anneye ve çocuğa azap olsun diye vermiş olabilir mi 🙂 Hastalıklar birer idman gibi vücudun kuvvetlenmesine sebep kılınmış. Çocuklara ilaç vererek hastalıkları zayıflamalarına sebep yapan biziz ve modern tıp.
Hastalıklar kötülük etme amacıyla gelmiyorlar. Yeter ki biz bağışıklık sistemini zayıflatmamak için biraz uğraşıp, kuvvetlendirmek için de bir o kadar uğraşalım 🙂
Nasıl mı:
– C vitaminli gıdalara hücum (havuç, limon vs.) Çocuklar limonu limonata ile alıyorlar. Yalnız limonatayı yemeklerle birlikte değil, yemekten 1,5-2 saat sonra susuzluk hissi olunca vermek en yarayışlı olan. Sonraki yazıda kolay limonata tarifi vereceğim.
– Kahvaltılardan balı eksik etmeyelim. Bala hücum.
– Gerçek et sulu, kemik sulu çorbalara hücum. Ya da domates çorbası gibi vitaminli çorbalar.
– Yemeklerden yarım saat-45 dk. önce mevsim meyvelerine hücum. Meyveler de çeşit çeşit değil de, sadece tek çeşit yendiğinde en vücuda en yarayışlı olmuş oluyor. Zaten uymuyor bence. Mesela incirin o harika tadının yanına üzümü asla koyamıyorum. Hepsini ayrı ayrı yemek şahane. Sabah elma, öğlen incir, akşam üzüm şahane 🙂
– Ve, hazır gıdalara non- hücum. Çok acaip oldu ama nasıl tabir edebilirim. Hazır gıdalardan kaçışşş. Bağışıklık sistemine en büyük darbeler, vücudun tanımadığı yabancı maddeler tarafından vuruluyor. En azından çocuklarımız hasteyken vermeyelim bunları.
Kendimi hep aynı şeyleri söylüyormuş gibi hissediyorum. Ama doğrular çok tekrar edilmeyi hak eder değil mi. Bir çubuk krakerin ya da bir çikolatanın içindekileri okuyunca irkiliyorum. Markette yanımdaki insanı dürtüp, siz de benim okuduklarımı okuyor musunuz diyesim geliyor. Nasıl herkes alıyor ya da, zamanında biz de çok yedik gibi düşüncelerle bunları sıklıkla ve çokça alabiliriz çocuklarımıza. Bir kere gıda sektörü git gide adileşiyor ve denetimsizleşiyor. Benim zamanımda yediğim bir albeni ile şimdi çocuğun yediği albenide aynı şeyler mi var acaba.
Bu gibi cümleler yazdıktan sonra beni korkutan şeyler oluyor sizinle ilgili. Bunları söylüyorum da ben hiç almıyor muyum çikolata ya da çubuk kraker. Ya da sizlere zombi gibi olun mu diyorum, çocuğunuz markette birşey istediğinde şiddetle men etmenizi mi tavsiye ediyorum. Çocuğunuzla iletişim çatışmaları yaşamanıza mı neden oluyorum.
Tekrar olacak yine, olsun. Çocuklarım istediği zaman çikolata alıyorum. Çikolatalı fındık kreması alıyorum. Çubuk kraker alıyorum. Ancak evin içinde bu ürünlerle ilgili sürekli çocuklara bilgi verdiğim için, çocukların bunları isteyişi de çok çok az oluyor. Mesela çikolatalı fındık kremasını 1 yıl önce yeni taşındığımızda almıştım, bir de geçen hafta istedi oğlum hemen aldım. Çocuklar çikolatayı, krakeri, cipsi markette istediği zaman söylemiyorum zararlı olduğunu. Markette tam çocuk istediği zaman söylemenin pek olumlu birşey olmadığını yazmıştım daha önce. Evin içinde bu konu sürekli gündem zaten. Çocuklara zararlı ama, zararını göze alacak kadar çok canımız istediği zaman ara sıra alabiliriz diyorum. Çünkü hiç almayınca günün birinde, bu iş bizi çok sıkabilir zorlayabilir diyorum. Çünkü etrafımızda alan insanlar çok var ve özeniyoruz diyorum. Özenmeyecek kadar ara sıra alabiliriz diyorum. Çocuklara bu özgürlüğü veriyorum. Onların “istedikleri zaman alınmadığı” gibi bir duyguyu pek yaşadıklarını zannetmiyorum. (Tabi 4 yaştan küçük çocukların bunları anlatmak ve anlamasını beklemek de doğru değil)Ancak kendim market alışverişi yaparken, kolaylık olsun diye, bununla geçiştirirler diye hazır kek, bisküvi, çikolata, kraker almıyorum.
Çocuklar çok akıllılar. Etiketleri okuyorum. Bak diyorum, çikolatalı fındık kutusunun üstünde süt resmi fındık resmi var. İçinde yüzde 10 fındık varmış, yani içindeki 10 tane şeyden bir tanesi fındık, diğerleri değilmiş diyorum. Süt hiç yok bunda, sadece yapay süt tozu var diyorum. (Melamin mi neyse artık) Adı anlaşılmayan kimyasal maddeleri de okuyorum. Bunların ne olduğunu ben de bilmiyorum. Kimyasal madde diyorum.
Daha önce Dünya Kötü Bir Yer Mi? yazımda dediğim gibi korkutmamaya çalışıyorum çocuğu, yalan söylemiyorum, bildiğim her kötü şeyi anlatmıyorum. Ama bilmesi gerekeni yeterli açıklıkta kısaca anlatıyorum.
Bu konuda bu kadar detaylı bir açıklama artık gerekliydi. Bu kadar bol tahşidatım hangi anlamda bir tahşidat iyice belirli olsun istedim.
Hepinize hastalıksız bir sonbahar dileyeceğim ama bu biraz gerçekten uzak bir dilek diye görüyorsanız, hastalıklı olsa bile ilaçsız bir sonbahar diliyorum diyim. Çünkü bu gerçekten uzak bir dilek değil. Hastalıkların en zor ve ateşli yoğun dönemini atlatırsak, yani savaşın kritik noktasını atlatırsak sonrasında çocuk iyileşmeye başlıyor ilaçsız atlatabiliyor. Yaşayıp gördüğüm için artık çok eminim. Sevgilerle.