Bu yazı hakkında gelen yorumlardan sonra başına böyle bir not yazma ihtiyacı duydum:
Yazıda okuyacağınız gibi annelerin çalışmasını desteklemeyen düşüncelerim var. Çalışan bir anneyseniz, yazıyı ve altındaki yorumları okuyup kendi vicdan azabınızı dindirmek için bana “annelerin çalışması doğrudur”u ispat etmeye çalışan yorumlar göndermeniz bir işe yaramaz. Bu konuyu kendi içinizde halletmelisiniz, burada işin aksini ispat etmeye çalışarak değil.
Bu yazıyı her insan gibi fikrimi açıklama hürriyeti ile yazdım. Türkiye’de nasıl bazı yazarlar “anneler çalışmalı, çalışın üretin” diyerek çalışma mesajı verebiliyor, çalışmayan anneleri sanki üretmeyen kategorisinde imiş gibi değerlendiriyor ve kendi fikrini söylemiş oluyor biliyoruz. Fikrini bu kadar açık söylemek “anneler çalışmamalı” derken de mümkün olabilmeli diye düşünüyorum. Amacım çalışan annelere kendini kötü hissettirmek değil. Ve yazıyı, ne çalışan ne de çalışmayan anneleri düşünerek değil, tüm samimiyetimle çocuklarımızın mutluluğu ve geleceği için yazdığımı bildirmek istiyorum.
Anneler Çalışmalı Mı Çalışmamalı Mı?
Annenin çalışması meselesi benim gündemimde olan bir soru değil aslında. Bu blogta daha çok çocuk eğitimi üzerine okuduğum kitaplardan aldığım notları paylaşıyorum. Ancak internette takip ettiğim üyeleri anneler olan birkaç e-gruptaki sorular nedeniyle, annenin çalışması veya çalışmaması meselesi gündemime girdi.
Ben çalışan bir anne olmadığım halde gündemime girdi çünkü annenin çalışması veya çalışmaması, çocuğun eğitimini doğrudan etkiliyor. Blogta çocuk eğitiminden bahsediyorsam, annenin çalışmasının veya çalışmamasının etkileri üzerinde de durmam gerekiyor.
Bu sorunun bir çok anne açısından öyle pat diye verilecek çok kolay bir cevabı olmadığını biliyorum. Bunu bilmenin hassasiyetiyle, biraz ayrıntılardan bahsetmeye çalışacağım.
Ben en başta ve açıkça söylemeliyim ki, bir anne ve bir eş olarak kadının çalışmamasını daha uygun buluyorum. Bu fikrimi nelere dayandırdığımı da elimden geldiğince yazacağım.
İlk olarak çocuğun anneye olan ihtiyacından bahsetmeye çalışayım. Sanırım Prof. Dr. Nevzat Tarhan?dan dinlemiştim. ?Çocuğun anneye olan ihtiyacı, dünyadaki en gerçek ihtiyaçlardan birisidir? demişti.
Hepimiz biliriz ki insanların ihtiyaçları kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Bir tanesinin ihtiyaç duyduğu şeye bir diğeri duymayabilir. Bir gencin istediği şeyi başka bir genç istemeyebilir. Bir annenin olmazsa olmaz dediği bir şeyi başka birisi çok gereksiz bulabilir. Nice örnekler verebiliriz.
İhtiyaçları, göreceli olanlar yani herkese göre değişenler ve değişmeyenler diye ayıracak olursak, görecelilik kapsamına çocuğun anneye olan ihtiyacı girmez. Her çocuk duygularıyla, tavırlarıyla, annesinin arkasından ağlamasıyla annesine olan ihtiyacını elinden geldiği kadar gösterir. Annesini istemeyen, annesinin gitmesi umrunda olmayan, 1-2 yaşlarında annesi tuvalete girdiğinde ortalığı inleterek ağlamayan çocuk yok gibidir. Çocuğun anneye olan ihtiyacı her çocuğa göre değişen değil, hiçbir çocuk açısından değişmeyen açık ve net bir ihtiyaçtır.
Aslında çocuğun anneye neden vazgeçilmez bir ihtiyaç hissettiği uzun uzun konuşulabilir. Ama şimdilik sadece çocuğun anneye ihtiyaç duymasında en önemli gördüğüm kısmı anlatmaya çalışacağım. Ki bu kısım, annenin çalışmasından en çok etkilenen kısım bence. Çocuk anneyi neden ister?
Çocuk doğduğundan beri her zaman yanında, her zaman her ihtiyacını karşılayan anneye her şeyden önce inanılmaz bir itimad hisseder. En aşina en tanıdık onu bilir, annesine nisbeten diğer şeyleri çok yabancı bulur. En iyi bildiği şeyler annesinin sesi yüzü kokusudur. Büyüdükçe bu tanıdıklık hissi sevgiye dönüşür, zor durumda kaldığında annesinin mutlaka yardım edeceğinden emindir. Konuşulanları anlamaya başladığında annesinin sözlerini anlamaktan çoşku duyar, annesinin de sevinç ve şaşkınlığına şahit olur. Konuşmayı ve beyan etmeyi öğrendiğinde söylediği sözler karşısında gördüğü sevince bayılır. Söylediklerini anlayan birinin varlığını anlayıp ona hitap etmekten tarifsiz bir zevk alır. Annesini anlaması ve annesinin de kendisini anladığını bilerek sorduğu sorular, aldığı cevaplar onun ilk bilgileridir. Annesiyle arasında çok özel, çok mahrem bir üstad öğrenci ilişkisi başlar. Her nesnenin adını anneden öğrenir, varlıkları onun anlattığı gibi anlamlandırır. Annesinin yaptığı gibi yapar bir çok şeyi, taklit etmekten zevk duyar. Hayata onun penceresinden bakar ve onun penceresinden adım atar. Kavramları oturmayı kalkmayı, renkleri şekilleri ne varsa annesinin gözlüğüyle öğrenir.
Bu saydıklarımı çok önemsiyorum. Anne çocuğun yemeği, altı üstü, kıyafetiyle de ilgilenir ve muhakkak çocuk bunlarla ilgili olarak anneye bağlanır. Ancak hayatı, annesini ve annesinin kavramlarını merkez alarak anlamlandırmaya çalışması bana en önemli gelen yandır. Annesinin öğrettiği şeyleri doğru kabul eder ve varlıkları, oyunları, iyiyi kötüyü, aklınıza ne gelirse hepsini annesiyle öğrenir. Annesini böyle sorgusuz sualsiz üstad kabul etmesinin sebebi de annesine olan güven ve itimad duygularıdır.
Annelerin çalışması konusu, en çok çocuğun bakış açısının anneye olan bağlılığı açısından değerlendirilmeli bence. Çocuk anneden ayrıldığında hayatı tanıması, her türlü zihinsel gelişmesi devam eder durmaz. Ancak öğrendiği şeyleri doğru kabul etmesini sağlayacak güveni hissettiği kişiyi uzun aralıklarla göremez hale gelmiştir ve yanındaki başka kişiye çoğunlukla anneye duyduğu güveni duyamaz. Özellikle 4 yaş öncesi. Hayatı ve varlıkları anlatan rehberini ve gülümseyen bakış açısını yanında bulamadığında, anlamlandırma sorunları yaşamaya başlar. Hele de yanındaki kişi olaylara ve çocuğun tavırlarına annesinin tepkilerinden çok farklı tepkiler veriyorsa, çocuk kendini karmaşık duygular içinde buluverir. Bir şeylere güven duyamadığını hisseder, ne olduğunu da bilemez. Hiçbir şeyi kendi muhakemesiyle değerlendirecek durumda da değildir, doğru olarak kabul edecek de değildir. Şüphe duyar. O rahatlatan ve neşelendiren güven duygusunun yerini şüphe duygusu alır çoğunlukla.
Çocuğun annesi işten gelince onunla konuşmaması, küsmesi, anneye güveninin azalması da ilişki açısından bir sorundur elbette ama bence annelerin düşünmesi gereken en önemli sorun çocuğun hayata güven duygusundan yoksun bir şekilde, şüpheyle bakmaya başlamasıdır. Her şeyi merakla öğrenmeye çalıştığı en şevkli döneminde güven veren rehber anne meşguldür. Belki çocuk yanında kim varsa onun bakış açısıyla hayatı tanımaya çalışır ama bu kişi anneanne babaanne olduğunda kuşak farkı sorunu, bakıcı olduğunda ise farklı sorunlar ortaya çıkar maalesef.
Annenin çalışması konusuna bir çok açıdan bakmak istediğim için buraya kadar vurguladığım kısmı, kısaca toparlayarak diğer konulara geçeyim. Anne çalışmayı tercih edip çocuğunu başka birisine emanet ettiğinde, sadece çocuğun uykusunu yemesini içmesini değil; çocuğun hayatı öğrenmesi tanıması adına ne yaşayacağını o kişiye emanet etmiştir. Zihinsel ve duygusal gelişimine etki edecek neler yaşayacağını, çocuğun ne gibi tepkilerle karşılaşacağını ve bunları nasıl anlamlandıracağını bakıcının kontrolüne bırakmış olur ne yazık ki.
……………………………………..
Gelelim evde olunca yani çalışmayınca çok sıkıldıklarını söyleyen annelere. Bu doğru olabilir. Annelerin çalışma isteğine saygı duyuyorum hele de mesleğini seviyorsa ve faydalı olduğunu düşünüyorsa. Yalnız her zaman zarar hesabını iyi yapmalıyız. Çalışmayı isteyen bir anneye çalışmayı bırakmak psikolojik olarak zarar vermez demiyorum. Ancak hayatımızın bir çok döneminde nasıl çok zarardan kurtulmak için az zarara katlanmayı makul gördüysek, bu meselede de aynı yanıltmaz mantığı kullanabiliriz.
Şöyle bir kıyas yapmalıyız kanımca; çalışmazsam kim ne kadar zarar görür/ çalışırsam kim ne kadar zarar görür? Ve zararları hesaplarken olabildiğince empati yapmalı elbette. Evde ne kadar sıkıldığını düşünen bir anne, çocuğuyla part time birlikte olarak çocuğa neler hissettireceğini ve yukarıda bahsettiğimiz vechile ne kadar zarar dokunduracağını iyi hesaplamalı.
Bunun yanında annelerin çalışma ihtiyacı yukarıda yaptığımız göreceli ihtiyaç sınıfına girer. Yani çalışmak herkese göre değişen bir ihtiyaçtır. Çocuğun anneye olan ihtiyacı gibi değişmez değildir. Çalışma ihtiyacının göreceli olması, çalışma ihtiyacı karşılanmadığında ortaya çıkacak sıkıntıların halliyle ihtiyacın azalabileceğinin kanıtıdır. Anneler çalışmadıkları zaman sıkılıyorlarsa, kendilerine ilgi alanlarını göz önünde bulundurarak hedefler belirleyebilirler ve hedeflerine ulaşmaya çalışarak hem ruhsal hem de bedensel olarak aktif hale gelebilirler. Bunlar bazen sanat bazen eğitim bazen etkinlik/faaliyet anlamında şeyler olabilir. Bazılarının maddi geri dönüşümü dahi olabilir. Ve bu tür faaliyetler her gün işe gidip gelmek gibi yorgunluğa değil; neşe ve canlılığa, ruh inceliğine sebep olur.
Elimizin altında internet gibi inanılmaz bir ağın bulunması da, neye yönelmek istiyorsak çok çabuk yönelmeyi, bilgi sahibi olmayi, araştırmayı, gerekiyorsa aradığımız insanlara ulaşmayı tanışmayı kolaylaştırıyor. El sanatları, hobiler, aktiviteler, eğitimler, bir sürü şey?
…………………………….
Aslında en başta söylemek gerekirdi belki ama burada yeri geldi, annelerin çalışmasıyla ilgili düşüncemi şöyle iki cümle ile ifade ediyorum:
– Annenin çalışmamasıyla gelen faydaların çalışmasıyla ortaya çıkabilecek faydalara göre çok fazla olduğunu düşünüyorum.
– Annenin çalışmasıyla gelen zararların, çalışmamasıyla ortaya çıkabilecek zararlara oranla daha fazla olduğunu düşünüyorum.
Ki annenin çalışmasıyla ortaya çıkan en büyük zarar yukarıda bahsettiğim çocuğun hayata bakışındaki problemidir. Bu çocuğun hem öğrenim hayatını hem evliliğini hem mutluluğunu etkileyebilir ve telafisi mümkün olan bir zarar değildir.
Diğer bir zarar olarak aklıma gelen çocuğun anneye ömür boyu kırgın kalması zararını da hemen söyleyeyim. Bir çok çocuk okuldan eve geldiklerinde boş ve sessiz bir eve adım attıklarını, etrafta kağıtlara yazılmış notlarla muhatap olduklarını, sıcak yemek ve hazır bir masa ile karşılaşan arkadaşlarının ne kadar şanslı olduğunu ifade eder. Annelerine içten içe bir dargınlık hissederler. Çevrenizde bu yaş çocukları incelerseniz fark edersiniz. Ben bu zararı yakın bir arkadaşımdan çok iyi biliyorum. Lisede onunla öğlenleri bizim eve yemeğe gidiyorduk. Annemi her öğlen harika bir sofra hazırlamış olarak buluyorduk. Arkadaşım coşkulu bir ses tonuyla ?sıcak yemek? filan diyordu. Bense normal bir sofraya oturuyordum pek bir şeyin farkında değildim. Zaman içinde fark ettim ki öğlen bulduğumuz o sofrayı arkadaşım akşam eve gittiğinde de pek bulamıyordu, tabi annesini de. Geçen sene bayramda bu arkadaşım bizim eve bayram ziyaretine geldi. Aradan yıllar geçmiş, çoluk çocuğa karışmışız. Kapıdan içeri girdi ve bayram tebrik ederken ağlamaya başladı. Hiç görüşemiyor olsak ondan ağladı derdim ama zaten aynı şehirde oturuyorduk. Ben neden ağladın der gibi yüzüne baktım, “lisedeki aynı ortam, aynı şeyler” dedi. İçeri girince lisedeki öğlen maceralarımızı hatırladı. Ben onun anılar sebebiyle ağlamadığını fark etmiştim, çünkü uzun zamandır görüşememiş insanlar değildik. Anılarda önem verdiği ve kendisi için çok değerli olan şeyler sebebiyle ağladığını fark ettim. Ancak şunu da fark ettim ki onun bu hassasiyeti, ne kadar zaman geçerse geçsin azalmayacak.
Benim şahit olduğum bir diğer zarar da, annelerin işi bıraktıktan veya emekli olduktan sonra vicdan azaplarını gidermeye çalışmaları. Çocuk yetişkine muhtaçken yanında olamamalarının bedelini çocuk koca insan olduğunda ödemeye çalışıyor ve kendilerini yıpratıyorlar. Tabi çocuklarını da. Anneliğin koruyan, gözü çocuğunun üstünde olan, her zaman peşinde olan, yönlendiren güzel özelliklerini çocuğa 20 lerinden sonra gösterirseniz çocuk bunalıyor. Kendi kişiliğinin gereğini yapacağı yerde anneden sürekli tavsiye sürekli emir cümleleri duymaktan usanan evlatlar türüyor. Ve kayınvalidesinin eşlerine bebek muamelesi yapmasından ve gittikleri yerlerde dahi peşlerini bırakmamasından usanan gelinler ve damatlar da.
Bu arada çalışan annelerin en çok savundukları, çocuklarına daha iyi bir gelecek hazırlamak için çalıştıkları yani onlar için çalıştıklarıdır. Annesi çalışan insanlardan ne çocukken ne de yetişkin olduklarında ?iyi ki annem çalışmış geleceğimizi kazanmış? diyen hiç duymadım. Buna benzer bir kanaat duyan var mı bilmiyorum. Ancak annelerine küstüklerini kızdıklarını, boş bir eve gelmekten ne denli nefret ettiklerini hep gözledim. Anne çalışmayınca çocuk maddi olarak daha sınırlı koşullarda büyüse de, annesinin yokluğundan acı çektiği kadar maddi sınırlardan acı çekmediği bir gerçek. Çocuğa iyi bir gelecek hazırlamak nedense sadece anne babaların kafasında maddiyatla ilişkilendirilen bir amaçtır. Halbuki maddiyatsız hazırlanılmış iyi geleceklerin geldiği, maddiyatlı hazırlanılmış kötü gelecekler yaşandığı da hiç nadir değildir.
Bir de çalışan annelerin eve gelince direk çocuğa yönlendikleri, çalışmayan annelere göre daha çok oynadıklarını söyleyen anneler var. Çalışan annelerin vicdan azaplarını gidermek için böyle yaptıkları doğrudur muhakkak. Ancak çocuğun anneye olan ihtiyacını oyun ihtiyacına indirgemiş olduklarını göremiyor olduklarını da üzülerek belirtmem gerek. Gün boyu annesini göremeyen her çocuk annenin akşam geliverip ?dadam? diye coşkuyla oyun oynamaya başlamasından bunun bir ?telafi tavrı? olduğunu anlar. Üstelik bunu anlaması annenin hislerini de anlaması ve yeri geldiğinde bu bilgiyi kurnazca kullanacağı anlamına da gelebilir. Çalışmayan bir anne, belki çocuğuyla o kadar çok oynamaz ama çocuk soru sorduğunda cevap verebilir, çocuğun her fikrine muhatap olabilir, bir şey istediğinde ihtiyacını karşılayabilir. Beraber gezmeye çıkabilir, bir çok şey yapabilir. Çocuk oyun oynamak isterse oyun oynayabilir, belki annenin canı istemezse şimdi oynamayalım sonra oynayalım da diyebilir. Yaptığı şeyleri doğal süreç içinde ve içinden geldiği için yapar, vicdan azabını dindirmek veya bir şeyleri telafi etmek için değil.
Sanki çalışmayan anne harikadır diyormuşum gibi hissettim kendimi bu son cümleyi yazarken. Elbette öyle değil, onların da nice hataları kusurları vardır. İşin sırrı bir tek çalışmamak değildir. Ancak çalışmak ve çalışmamayı kıyaslarken, bahsettiğimiz konuda çalışmayan annenin daha doğal davrandığını unutmamak gerek. Son cümlede bunu anlatmaya çalıştım.
Son olarak bu çalışma çalışmama meselesini gündemime sokan yukarıda en başta bahsettiğim e- gruplarda en çok şikayet edilen konuya da değinelim: bakıcıların güvenilmezliği. Maillerde bir çok aile bakıcılar tarafından nasıl aldatıldığını, nasıl uyutulduğunu, bakıcının iyi görünürken gündüz çocuğuna nasıl hiç de iyi muamele etmediğini öğrendiğini anlatıyor. Üstelik bakıcıyı çok güvenilir(!) şirketler vasıtasıyla bulanlar da aynı şeyi yaşıyorlar. İnsanın moralini acaip bozacak cinsten o kadar çok bakıcı hikayesi var ki? bu hikayelerin iyi hikayelerin yanında istisna olması gerekirken, iyiler kötülerin yanında istisna olarak kalıyor neredeyse.
Kötü hikayeleri bir anne şefkatiyle okuyunca, bakıcıyı son derece kötü kalpli, gayet vicdansız, dengesiz bozuk bir şahsiyet olarak görmemek elde değil. En çok da bakıcıya emanet edilen çocuğun annesi açısından. Ancak bakıcı- çocuk, bakıcı- anne ilişkilerini insan psikolojisini hesaba katarak değerlendirmek de gerekiyor.
Böyle bir değerlendirmeyi yapmak gerektiğini eşimin söylediği şu cümleden sonra anladım: Bakıcı eve geliyor, anne güvenecek kadar bakıcıyı tanımadığı halde, para karşılığında öz çocuğunu emanet etmiş, gitmiş çalışmaya. ?Bu çocukla bütün gün özveriyle ilgilenmeyi kendi annesi tercih etmemiş başta, ben niye öyle ilgileneyim? diye düşünmez mi bakıcı?
Bu cümleler başta bana çok acımasız geldi. Böyle düşünenler ancak çok kötü kalpli olanlardır diye geçirdim. Ancak anne kimliğimden sıyrılıp kendimi bir bakıcı olarak hiç tanımadığım ve yabancılıktan başka hiçbir duygu hissetmediğim bir ailenin hiç tanımadığım bir çocuğuna bakıyor olarak düşündüm. Tanışıklığım olmadığı için aramızda hiçbir sevgi ve saygı bağı olmayan bu aileyle olan tek bağım para bağı olurdu. Para bağı çocuklarının başına bir şey gelmeyecek şekilde korumamı, yemeğini ve bazı ihtiyaçlarını karşılamamı gerektirirdi belki ama çocuğa sevgiyle, özveriyle, incelikle davranacağımı garantilemezdi. Yukarıda eşimin söylediği cümle açısından bakacak olursak da, bu çocuğa annesi anne gibi bakmamış ben niye anne gibi bakayım düşüncesiyle, kendi annesinin bile terk ettiği bir çocuğu DEĞERSİZ olarak görebilirdim. Çok acımasız gelebilir ama objektif olarak empati yaparsak gerçeklerin bunlara yakın şeyler olduğunu kolaylıkla görebiliriz.
Çoğu bakıcı kesinlikle bu psikolojiye sahiptir diye bir şey ortaya atmıyorum. Sadece eşimin fikrini ve kendimi bakıcı yerine koyduğumda sahip olacağımı düşündüğüm hissiyatı yazdım. Ancak bakıcı psikolojisinin bahsettiğim gibi olabileceğini gösteren bir çok vakıanın ortada olduğunu da bir delil olarak sayabiliriz. Çalışıp çalışmama konusunda kararsız kalan her anne, çocuğunun annesi olarak değil; hiç tanımadığı bir ailenin çocuğuna bakan biri olarak kendini bakıcının yerine koymalı ve öyle karar vermeye çalışmalı bence.
Bakıcının bir de şöyle bir bakış açısı olabilir. Kendisi paraya ihtiyacı olduğu için çocuk bakan biridir, evin hanımı ise parası olduğu için çocuğuna baktıran biridir. Çoğunlukla da kendisine göre daha üst bir ekonomik seviyeye ve yaşantıya sahiptir. Bu durum bakıcının kıskançlık hislerini depreştirebilir, bir kadın olarak kendini anneyle kıyaslamasına ve içten içe anneye bir düşmanlık beslemesine sebep olabilir. Hele de anneden uyarı ve tekdir alıyorsa bu hisleri yaşama ihtimali artar. İşin en kötü yanı da, anneye yansıtamadığı tepkilerini annenin masum çocuğuna yansıtması ihtimalidir.
Bakıcı psikolojisini göz önünde bulunduran annelerin çalışmayla ilgili kararlarını bir daha gözden geçirmeleri yerinde olur kanaatimce. Bana göre bir anne mutlaka çalışmak zorundaysa, ki burada mutlaka derken boşanmış veya eşi vefat ettiği için geçim derdini üzerine almış anneleri, eşi işsiz olup kendisi çalışmak durumunda olanları, eşi çalışıyor olsa da gerçekten yeterli yiyecek içecek almaya yetmeyen durumları kast ediyorum. Yoksa makyaj ve bakım masraflarından vazgeçemeyenleri, istediği giysiyi alamayınca kendini aşağı görenleri ve bu gibi nedenlerle çalışanları kast etmiyorum. Mutlaka çalışması gerekiyorsa, kendi tanıdığı, arasında sevgi ve saygı bağı bulunan genç bir kişiyi bakıcı olarak seçmesinin en isabetli seçim olduğunu düşünüyorum. Böyle birini bulmak kolay olmasa da ikinci ve en fazla üçüncü şahıslar yoluyla araştırılabilir.
Anane babanneye bırakmak da güvenilirlik açısından tercih edilen bir yöntem oluyor ancak çok sevdiğim eğitimci danışman Saliha Erdim?in ?anane babanneler çocuk bakacak bedensel ve ruhsal enerjiye sahip olsalardı menapoza girmezlerdi? cümlesinden anlaşıldığı gibi bu yöntem de pek sağlıklı değil. Ben kendim gözlerim ve kulaklarımla, kızının çocuklarına bakan bir ananenin, kızı yokken torunlarına çok bezgin davrandığına kızı varken farklı davrandığına şahit oldum. Bu anane öyle karaktersiz kişiliksiz biri de değil, çok saygı duyduğum hanımefendi bir kişiydi. Ancak anne değil annenin annesi olarak yorgundu sanırım. Çocuk bakamayacak duruma geldiklerinde, Allah?ın dahi doğurganlıklarını aldığı insanlara çocuk emanet ederken de biraz düşünmeli.
Yazının sonlarına yaklaşırken, annenin çalışması ile ilgili ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama çalışmayı bırakmayı düşünüyorsanız üzerinde durmamız gereken ufak ama çok çok önemli bir şey var. Anne yukarıda saydığımız bazı nedenlerden veya kendine göre bazı gerekçelerden, çocuğunu önemseyerek işini bırakmayı tercih ederse, bunu yaparkenki hissiyatını kontrol etmesi lazım. Çok büyük fedakarlık ettiğini düşünerek ve neleri bıraktığına yoğunlaşarak değil, çocuk için ve kendisi için daha doğru olanı tercih ettiğine yoğunlaşarak kararını vermeli. Yoksa ileride çocuğun her hatasına karşı gizli veya açıktan ?ben sana bakmak için işimi bıraktım, şunları şunları terk ettim? sitemleriyle ortaya çıkabilir.
Doğduğunda dünyadaki her çocuğun sahip olduğu annesi ve emekleri için kendi çocuğumuzdan bu kadar minnet beklersek, anneliğin ?karşılıksız? ruhunu kaybetmiş oluruz, çocukta da ters tepmesine sebep olabiliriz. Hiçbir çocuk annesi kendine bakarken çalışmadı diye baskı altında tutulmayı hak etmez. Çünkü çocuk dünyaya gelirken kendisine sorulmamış, şöyle şöyle olacak diye bir anlaşma yapılmamıştır. Kendisinden bedel beklenmesini kabul etmiş değildir. Annenin fedakarlık yapması, çocuk büyüdüğünde annenin alacaklının borcunu istemesi gibi davranmasını haklı çıkarmaz. Ve çocuğu çok fazla üzer. Çocuk çalışan annelerden nefret etme gibi katı bir tutum içine girebilir veya anneliğe olan saygınlığını yitirebilir, anneliğin karşılık beklenen sinir bir şey olduğunu düşünebilir. Tepkisini iki ayrı uçta gösterebilir.
Annenin çalışmamasıyla ortaya çıkacak zararlar ailenin el birliği ile en aza indirilse de, anneyi rahatsız eden noktaların tamamen yok edilemeyeceği bilinmeli, kabul edilmelidir. Bu kabul anneyi rahatlatır. Rahatsız olduğu şeylerin üzerinde durulması gerekiyorsa gerektiği kadar durulmalı, çözüm de aranmalı ama zaman içinde unutulabilmelidir. Kafaya takmamak ve stres sebebi yapmamak annenin elindedir. Çocuktan karşılık beklememek de…
………………….
En son olarak çalışan annelere birkaç acizane tavsiye;
– çalışma sürelerini mümkünse haftada 1-2 güne indirmek (en fazla 3),
– haftanın 5 günü olacaksa yarım gün çalışmanın yollarını aramak,
– kendi özel çalışma alanları varsa evlerinin yanına taşımak veya evlerini oraya taşımak,
– mesleğini çok sevenler için sabah git akşam gel tarzı saat usulu değil de, şu kadar günde şu işi bitirebilirim anlaşmalarıyla mümkünse evden iş ve proje bazlı çalışmak,
– yine mesleğini çok sevenler için bir kuruma bağımlı olarak değil de kendi çevresinden gelen taleplere cevap vererek kendi ayarladığı bir tempoyla çalışmak