Yazının başlığı zihinlerimize etki eden bazı televizyon dizilerinden söz ediyor. Örneğin Diriliş Ertuğrul ve Payitaht Abdülhamit.
Tarih dizisi olarak çok severek izliyorum bu dizileri. Bayat aşk entrikaları yok. Olmayacak şeyler hayatın en ciddi gerçeğiymiş vurgusu yok. Kadın bedenini sezonluk meta gibi göze sokmak yok.
Ayrıca tıpatıp öyle yaşanmamış olsa da tarihteki bir takım dönemeçleri düşündürüyorlar.
Tarihin dizilerden öğrenilmeyeceğini bilip senaryoya çok da fazla mana yüklemeden izlediğiniz sürece sorun yok. Fakat herkes için öyle olmadığını görünce sarsılıyorum açıkçası. Hele ki dizilerin bugünün yorumlanmasında kullanılması hiç selametli gelmiyor.
Örneğin Diriliş Ertuğrul.
Tamam sevgili atalarımız göçebeler, hayatta kalabilmek için toprak arıyorlar adalet istiyorlar amma ve lakin binbir türlü belanın içine düşüyorlar. Mecburen savaşıyorlar. Olay bundan ibaret. Bunu kalkıp bugüne tıpatıp uyarlayınca olmuyor. O elbise bugüne uymuyor. Uyduğunu zannedince her sorunun halli eninde sonunda savaşmaya ve kazanmaya bağlı sanabiliyoruz.
Mesela hiç düşündünüz mü Kayı kadınları Bizans’ın kültürüne oturuş kalkışına eşyasına yaşam tarzına ve dahi inancına değerlerine özenmekte midir? Ya da onlarda herhangi bir kemal bulmakta mıdır? Benimsemekte midir? Elbette ki yok öyle birşey. Değerler algılar tamamen farklı..
Fakat bugün öyle mi? Bizim ülkemize ekonomik saldırıyla, darbeyle bilmemneyle kast edenlere kendimizi çok düşman sanabiliyoruz. Fakat örneğin çok düşman bellediğimiz bir Avrupa ülkesinin sanayisi olan bir arabayı kullanıp benimseyebiliyoruz.
Ekonomisine euroları dolarları yollayıp desteklemiş de oluyoruz.
Tüm bunlar aslında ta en başta iç dünyamızda benimsediğimiz değerler sebebiyle oluyor.
Sağladığı bedensel konfor sebebiyle o araba tercih ediliyor. Ya da statü göstermesi sebebiyle.
Peki ya bedensel konfor bizim değerimiz mi? Var mı bizim inancımızda böyle bir sığlık? İnsanı bedenden ibaret görme yaklaşımı nereye ait? Bedenini rahat ettirirsen mutlu olursun anlayışı nereye ait? Elbette ki yüzeysellikten başka şey bilmeyen sefih Batı aydınlanmasına.
Fakat malesef biz bunu almışız ve yemişiz. Belki bütünüyle hazmetmemişiz ama midemizi de bulandırmış bu bozuk yemek.
Bizim inancımızda insan bedenden ibaret bir madde değildir. Kalbi ve ruhu vardır. Kalbi ve ruhuyla mutlu olur, görünüşte cismiyle süs içinde yaşamakla değil.
Bakın zavallı modern insan lüksün dibini bulsa da, hala şu hayatta kalbine ve ruhuna elem veren nice şey olmaktadır. Sandığı gibi çoğu şey kendi kontrolünde olmamakta, hatta onu aciz bırakabilmektedir. O kalp ve ruh çırpınıp durmaktadır. Yine tutsak yine esirdir. Kalp ve ruhuyla çektiği azap nedeniyle daha ölmeden cehennemle tanış bile olmuştur çağımız insanı.
İşte tam burada insan gibi insan hazreti peygamberin mesajı yetişir imadada. En büyük imkanların pek de birşey veremez olduğu kalbe ve ruha şunları fısıldar: Korkma, seni rahatsız eden şeylerin hepsi kontrol altında. Aslında sen bu dünyaya kontrolün sende olmadığını öğrenmeye geldin zaten. Kendi kendine ait olmadığını öğrenmeye geldin. Aslında ters giden hiç bir şey yok. Bu mana kalbine girince iksir etkisi yapacak bakış açın değişecek. Bak o zaman öyle bir kalp ve ruh ferahlığı bulacaksın ki konforun sana ferahlık verecek yegane şey olduğu saplantısından kurtulacaksın.
Bazen kendime soruyorum.. Bizim iç dünyamızda benimsediğimiz değerler düşmanı olduğumuzu sandığımız bir takım çevrelerle coğrafyalarla aynı olursa, bir savaşta Allah neden bizi onlara galip kılsın ki? Neden?
Onlar da statü tutkusuyla ve başkalarının gözünde edindiği yere odaklanarak hayata karışıyorsa ve biz de öyleysek, şekilden başka ne farkımız kalır ki? Bizim bakışını ciddiye aldığımız göz fani bir Göz değildi oysa ki. O’nun bizim hakkımızdaki değerlendirmesi değil miydi mühim olan?
Payitaht Abdülhamit’te de bu sezon dizideki bütün kadınların başları kapandı. Onlara bakarken keşke gerçekte de öyle olsalardı diyorum. Sultan Abdülhamit’in ailesi ve dahi o dönemin pek çok sultan kadını tesettürlü değilken neden dizide öyle gösteriliyor?
Acaba Osmanlı’nın son döneminde yaşanan değer kaymasını bilmiyorlar mı?
Kadının şahsiyeti ve medeniyeti dış güzelliğini ortaya dökerek kazanacağına dair batı fırtınası son dönem Osmanlı aydınının ve saraylısınının zihnini kasıp kavurmuştu. Duramamışlardı karşısında. Kendi yaşamlarında savunamamışlardı inançlarını.
Yani isterseniz Kayı Beyi Ertuğrul gibi bilge ve yiğit bin adamınız olsun, savaşları entrikaları bir bir silahla aşın.. İsterseniz Sultan Abdülhamit gibi yüz tane dehanın idare ettiği bir devletiniz olsun.. İçinizde düşmanın hayata bakışını taşıyorsanız hiç bir savaş vermemişsiniz demektir. Size güzel diye sunduklarını beğeniyorsanız, hiç bir zafer kazanmamışsınız demektir.
Zaten kazanmanın siyasî üstünlük sağlayarak ve boyun eğdirerek olacağını sanmak da hakikatli bir dinin değeri olamaz. Bunlar katı Kemalizmin değeri. Nazi Almanyasının değeri. Fetönün değeri. Çocuk ve kadın katili sefih dünyanın değeri. Rusyasından Amerikasına, Avrupasından Uzak Doğusuna.
Ama müslümanların değeri değil.
İşte tam da bu nedenle Diriliş ya da Payitaht ile gaza gelip, zaferin savaş ya da siyaset meydanında kazanabileceğine dair zihinsel döngüye kapılanlar fena halde yanılıyor.
21. yüzyıldayız artık.
Savaşlar zihinlerde kazanılıyor.
Kendi değerinin güzelliğini gösterebilen anlatabilen kazanıyor.