DIŞ DÜNYA İÇ DÜNYA

Görmediklerimiz

Sevgili günlük,

Evdeki günlerimizin 32. sini yaşıyoruz bugün. Bizim hafta içlerimiz oldukça yoğun geçiyor aslında, evde olmayı da sürekli bir şeylere yetişme telaşında yaşıyoruz. Evdeki beş kişinin beşi de öğrenci olduğumuz için yemek saatlerinde buluşmak bile zor olabiliyor bazen. Yüksek lisans (eşim), lisans, lise, ortaokul ve ilkokul hepsinden bir kişi var. Online dersler sayesinde haftaiçimiz oldukça yoğun geçiyor olsa da ben hep kendime iş çıkarıyorum.

Dün 3 oturumluk bir dersim olmasına rağmen yemek ve gündelik işlere ek olarak uğraştırıcı bir tatlı yaptım, evi süpürdüm sildim üstelik de elektirik süpürgesinin tüm aksamını çıkarıp yıkadım. O kadar ince girintilere kadar temizledim ki, gözlerimi elektrik süpürgesinin filtresinin akordiyon gibi girintilerinden uzaklaştırdığımda oturduğum yere henüz ışınlanmış gibiydim. Herşeyden o derece uzaklaşmıştım, bir gidip gelmiştim sanki.

Oğlanın dersleri sabah 9’da başlıyor bu da bize erken kalkmak için bir disiplin sağlıyor. Bugün benim 13.30’da dersim olduğu için öğlen yemeğini erkenden yaptım. Birşeylere uyumlanıyoruz sürekli. Hep kendini uydurmak zorunda kalmak normalde hoşlanmadığım bir durum ama bugünlerde gideri var.

Akşamları 22. 30 gibi herkes yatıyor, artık sporu sabah yaptığımdan odama geçip canlı yayınlardan ilgimi çeken birini açıyorum ancak genelde 10 dakika içinde uyuya kalıyorum. Gün boyu kendimi çok yorduğumdan o saate erişmem bile mucize olabilir. Bu durumdan memnunum zira uyuya kalmayı çok seviyorum. Geçen sene bir ara uykusuzluk problemi çekmiştim de ondan sonra uyuya kalmak dünyanın en büyük zevklerinden biri oldu benim için. Online dersleri takip etmek zaten ciddi bir dikkat gerektirdiğinden akşama dijital dünyaya ayrılacak pilim bitmiş oluyor.

Haftasonu (10 nisan) sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde, yasağın uzun sürebileceğini düşünen ya da evde acil ihtiyaçları olmayan bir çok insan sokağa fırlamıştı. Bu durum ülke olarak bizi biraz üzdü ama olanlar geri alınmıyor. Kader konuşunca basiretin bağlanması hakikatine daha bir inandım.

Vaka sayıları arttıkça markete giderken daha bir tedirgin oluyorum. Asıl stres de eve geldikten sonra başlıyor. Tüm torbaları balkona koyuyorum. Balkon kapısını çocuklardan biri açıp kapıyor. Sonra hemen ellerimi yıkıyorum. Sonra üstümü ve çantamı çıkarıp ulaşılmaz bir yere koyuyorum bir kaç gün kimse değmesin diye. Telefonuma bol bol kolonya sıkıp peçeteyle siliyorum. Torbalar balkonda bir gün bekliyor, sıcak havalarda ise meyve ve sebzeler açısından bir gün bekletmek zor oluyor, havalar ısındıkça ne olacak bilmiyorum.

Olur da bir gün geçmeden poşetlerin içinden birşey lazım olursa işte o zaman imtihan başlıyor. Kavanozlu ya da paketli bir şeyse bulaşık sabunuyla süngerle bir güzel yıkıyorum. Ama acilen masanın üzerine koyduysam diyelim masayı da silmek gerekiyor, o sırada başka biri dokunduysa onun da gidip ellerini yıkaması gerekiyor. Asla ‘o kadardan birşey olmaz’ demiyoruz.

Bu olaylar silsilesini stres olarak değil tefekkür olarak yaşamaya çalışıyorum. Allah’ın görünmeyen ne küçük alemleri var bizse o alemleri görmede körüz diye geçiriyorum. Hani varlık dünyasını bir tek kendi gördüğümüzden ibaret zannediyoruz ya, işte o bönlüğümüzü alıyor biraz bu yaşadıklarımız.

Bir çantanın, bir tezgahın üstü, bir masanın yüzeyi kimbilir kaç türlü çeşit çeşit canlıyla dolu. Bizim insan olarak boyutlarımızın virüsten küçük kalacağı başka varlık alemleri de vardır. Gözümüz sadece görmemiz gerekenlere açılmış, ne büyük nimet.

Geçen hafta kayınvalidem yaklaşık bir yıldır yaşadığı beyin rahatsızlığı nedeniyle vefat etti, eşim özel izin alıp Safranbolu’ya gitti biz gidemedik tabi.

Alemler çok. Dünya virüsler aleminin tezahürleriyle uğraşırken onun haberi bile olmadı ve başka bir aleme geçti. Onun geçtiği alemde ne bir tasa var, ne hastalık korkusu, ne hastalığın kendisi, ne de bedensel ağrı. Düşününce çok ilginç.

Görmediğimiz ne alemler var diye düşünürken, gördüğümüz alemi gerçekten görüyor muyuz diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Öyle bir kabulümüz var adeta.

Acaba bu süreçten sonra görmemiz gerekenleri görür hale gelir miyiz? Eşimle bazen münazara tarzı konuşmalar yapıyoruz, bu süreç kitlesel bir uyanışa sebep olacak mı diye. Eşim biraz ‘uyanışa sebep olacağı varsayılan sebepleri’ göz önünde bulunduruyor. Benim kanaatimse ‘insan uyanmak istemezse hiç bir durum onu uyandırmaz’ şeklinde. Peki insan neden uyanmak istesin değil mi sevgili günlük. Bir sonraki youtube kaydı herhalde bunun üzerine olacak.

Uyanmak bir tercih midir, olayların zorunlu sonucu mu, zevk midir azap mı sevgili günlük.

Olayların hangi safhasında uyanmak daha değerlidir?

Görmediklerimizi görür hale gelmek için bizi ne motive eder?

Düşünmeli tüm bunlar üzerine.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...