Bu yazıda paradigmalarımızın davranışlarımızı dolayısıyla iletişimimizi nasıl etkilediğini ortaya koymaya çalışacağım.
Paradigma nedir? Düşünce kalıbı ya da kalıplaşmış düşünce. Gordon der ki “Akvaryumdaki bir balığın hareketlerini sınırlayan şeyin cam olduğunu balık nasıl bilemezse, biz de davranışlarımızı sınırlayan ya da yön veren şeyin paradigmalarımız olduğunu bilmiyoruz.”
Prf. Doğan Cüceloğlu paradigmaların,
1. Ne,
2. Nasıl sorularına yanıt verdiğini söyler.
Farklı kültürlerden iki insana sorsak “Eşcinsellik nedir?” diye. İranlı da İsveçli de aynı yanıtı verir. Çünkü sözlük anlamını sormuş oluyorum. Nasıl bir şeydir, iyi midir, kötü müdür diye sorsak birbirlerinden çok farklı yanıtlar almam kesindir. Çünkü işin içine kültür yani değerler giriyor.
Bir gazete haberinde okumuştum, bir gence arkadaşları “Senin ağabeyin eşcinselmiş, doğru mu?” diye sormuşlar, delikanlı gitmiş evine, tabancayı alıp dönmüş, bir arkadaşını öldürmüş, diğerini ağır yaralamış. Çünkü O’na göre eşcinsellik çok kötü bir şeydir ve ağabeyi için kimse bunu söyleyemez. Aynı soruyu bir İsveçliye sorsak “Bana niye soruyorsunuz kendisine sorun ya da bilmiyorum,” gibi bir yanıt verebilir. Bu ve bunun gibi binlercesinden yola çıkıp diyebiliriz ki :
İnsan davranışlarına paradigmalar yön verir.
Birkaç örnekle biraz daha zenginleştirelim: İki erkek düşünün, akşam işten çıkıp evlerine giderlerken eşlerine çiçek alıyorlar. İkisi iki ayrı evin zilini çalıyor ve sevgili eşleri kapıları açıyor, çiçekleri görünce mutlu olan eşler kocalarının boyunlarına sarılıp yanaklarına birer öpücük konduruyorlar. Ama evlerden birindeki eş aniden sıcak karşılamadan vazgeçip “Hayrola sen bu gün bir kabahat mi yaptın ki bana çiçek almak aklına geldi?” diye soruveriyor. Çünkü anne ve anne arkadaşlarından ya da kendi arkadaş sohbetlerinden edindiği bir bilgi vardır: Erkekler yanlış bir şey yaptıklarında eşlerine armağanlar getirmeye başlar. Paradigma bu olunca davranış da reddetme oluyor doğal olarak.
Bir örnek daha: Amerikalı bir girişimci iki raportörünü, orada ayakkabı fabrikası açarsa işi yapar mı yapmaz mı incelesinler diye Afrika’ya gönderiyor. Ülkelerine dönen bu iki kişi bir birinden tümüyle farklı raporlar sunuyorlar. Biri “Afrika’da hiç iş yapamayız, çünkü kimse ayakkabı giymiyor.” Diğeri “Derhal fabrikayı kurmalıyız, çünkü henüz kimse ayakkabı giymiyor”diyor.
Epiktetos 2000 yıl önce bu gerçeğin farkına varmış biz hala ayılamıyor ve kendi doğrumuzun mutlak doğru olduğunu sanıyoruz. Şimdi artık formülü verelim:
Paradigmamız karşımızdaki kişinin (çocuğumuz, eşimiz, annemiz, arkadaşımız….)davranışını algılamamızı; algımız davranışımızı; davranışımız da sonucu etkiler.
Örnekleyelim: Bir anne-çocuk, çocuklu bir eve misafirliğe gidiyor. Anneler sohbet ederken çocuklar da çocuk odasında cıvıldayarak, kahkahalar atarak neşe içinde oynuyor. Şimdi annelere birer paradigma verelim: Misafir annenin paradigması “Çocuklar ev dışında uslu olmalıdır,” olsun. Ev sahibi annenin paradigması da “Çocuklar için oyun ve sosyalleşme çok önemlidir,” olsun. Çocuklar sevinçle koşarak annelerinin yanına gelip kovalamaca oynamaya başlıyor. Biri annesinin arkasına saklanıyor, diğeri masanın etrafını dolanıyor vs.
Misafir anne paradigmasına göre çocuğunun davranışını nasıl algılayacaktır? Yaramazlık! Nasıl davranacaktır? “Bağırma, koşma, çok ayıp, uslu uslu oynamazsan seni yanıma oturturum,” Böyle bir yaklaşımla, yani davranış değiştirmeye yönelik bir tutumla nasıl bir sonuç çıkacaktır? Başkalarının dediklerine çok önem veren, uslu ya da mizacına uymuyorsa asi bir kişilik oluşumu. (Tabii bir iki davranışla bu sonuca ulaşılmayacağı bir gerçektir. Davranışlar tutuma dönüşmüşse böyle bir sonuç görülebilir.)
Ev sahibi anne ise “Çocuğum arkadaşıyla oynuyor,mutlu” diye algılayıp kendisi çok rahatsız olmuyorsa müdahale etmeyecektir. Sonuç olarak farklı bir kişiliğin temelleri atılacaktır.
Çocukları denetlemek ile etkilemek arasındaki fark pek bilinmez. Aslında çok önemlidir. Geleneksel disiplinle eğitimde anababalar, ödül-ceza da kullanarak çocuğu denetlemek için enerji harcar. Etkileyen disiplinli bir eğitimde çocuğa nedeni, niçini…. öğretmek, düşündürmek, duyguları fark ettirmek…. için zaman harcanır.
Çocuk denetlenirse dış disipline uyum sağlamayı öğrenir ve bağımlı olur; etkili iletişim becerilerinin kullanıldığı bir disiplinle eğitilirse etkilenir ve iç disiplin geliştirir.
Amacımız denetlemek değil etkilemekse o zaman birinci yazının sonundaki sorunun yanıtını verelim. Bu yanıt sizin annelik paradigmanızı gösterecektir. Hatırlayalım:
1. “Ben büyüğüm, doğruları ben bildiğim için benim dediğim olur” yaklaşımında mısınız? Gordon bu yaklaşıma kazan(anne)-kaybet(çocuk)ya da Yöntem I diyor. Doğan Cüceloğlu ise Ben Bilinci diyor.
2. “O henüz minnacık onun dediği olsun, üzülmesin” diyenlerden misiniz? Gordon bu yaklaşıma kaybet(anne)-kazan(çocuk) ya da Yöntem II diyor. Doğan Cüceloğlu ise Sen Bilinci diyor.
3. Önce sabır, sabır……. deyip dayanamayacak noktaya geldiğinizde başa dönenlerden misiniz? Gordon bu yaklaşıma kaybet–kaybet diyor.
4. Yoksa, kendinizi yok saymadan; çocuğunuzun da yaşı, boyu ne olursa olsun onu kendinizle aynı haklara sahip bir “birey” olarak görüp üst-ast ilişkisi oluşturmadan iletişim kuranlardan mısınız? Gordon bu yaklaşıma kazan–kazan ya da Yöntem III diyor. Doğan Cüceloğlu ise Biz Bilinci diyor.
Yanıtınız 1,2,3 ten biri ise sonuç olarak ………….özelliklere sahip çocuk yetiştirmeniz şansa kalmış demektir. Yukarıdaki slayta tekrar bakarsanız paradigmadan sonuca gidiliyordu. Eğer paradigmanız kazan-kazan/biz bilinci ise sonuç gerçekten sorunlarını çözebilen, sorumluluk duygusu gelişmiş, duygulara duyarlı, iç disiplinli….çocuklar yetiştirmek gerçekten çok kolay. 1,2,3 ten birindeyseniz o zaman önce paradigma değişikliği yapmanız ve biz bilincini kendinize paradigma edinmelisiniz. Kolay mı? Hayır ama olası. Çünkü paradigmalar öğrenme sonucu elde edildiklerine göre, öğrenmeyle yerine başkası konabilir. Yeter ki inanalım ve etkileyen bir iletişim kurmaya karar verelim.
Zaten Paradigma değişikliği yapılmadan davranışlarda yapılan değişiklikler (etkili iletişim becerileri: etkin dinleme, ben dili vs) yüzeysel ve kısa süreli olur. Kızgınlık ve zor zamanlarda eski davranışımıza dönüveririz.
Özetleyelim:
Önce biz paradigmasına/bilincine inanarak ve ödül-ceza kullanmaya gerek bırakmayan etkili iletişim becerilerini kullanarak hem çocuğumuzu istediğimiz gibi yetiştirmek hem de mutlu anne olmak şansını elde edebiliriz.
Önümüzdeki yazıda insanların çoğunun neden biz bilincine ulaşmadan bu dünyadan göçüp gittiğine, yaşamları süresince de çocuklarıyla kuşak çatışmaları yaşadıklarına değineceğiz. Kuşak çatışması kaçınılmaz değildir. Tek yapacağımız, çocuğumuzun yanımızda kendini “var ve değerli” hissetmesidir. Bu da etkili iletişimle sağlanabilir.
Anneliğiniz kolay gelsin.
Sevgiler,
BİRSEN ÖZKAN
BİRİNCİ yazısını okumak için buraya TIK,
İKİNCİ yazısını okumak için buraya TIK.
(Birsen Özkan yazılarından metin ya da resimlerden alıntı yaparken lütfen yazarın adını belirtiniz. Kaynak göstermeden alıntı yapmak 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri yasasına göre suçtur.)