Eğiten- öğreten disiplin ile kısıtlayan- cezalandıran disiplin arasındaki amaç farkını hatırlarsınız. Eğiten- öğreten disiplinde amaç çocuğu etkilemek iken, kısıtlayan- cezalandıran disiplinde amaç çocuğu denetlemek idi.
Bu farkın bir sonucu da diyebileceğimiz önemli ikinci fark, baskıcı disiplinin dışarıdan sağlanan disiplin, eğiten disiplinin kendi kendine sağlanan bir disipline sebep olması. Birinde denetim odağı dışarıdaki bir kişi, diğerinde kişinin kendisi.
Eğiten disiplin gibi kendi kendine disiplin de rağbet gören ve beğenilen, övülen bir kavram. Kendi kendisini kontrol etmeyi bilen, iç disiplini gelişmiş çocuklara özellikle yetişkinler çok değer veriyorlar . Ancak bu herkes tarafından sevilen özelliklerin çocuklara ve gençlere nasıl kazandırılacağı yetişkinlerce meçhul, veya en azından önceki bölümlerde geçtiği gibi tartışmalı. Burada da tartışma konusu sonuca götürecek yöntem hakkında. Yani iç disiplinin çocuğa nasıl kazandırılacağı hakkında.
“Ana babaların ve öğretmenlerin çoğu, yetişkinlerin denetimleri (disiplini) sonucunda çocukların iç denetimlerini otomatik olarak geliştirecekleri görüşünde. Bu görüş Freud2un çok bilinen kuramına dayanıyor: Çocuklar büyüdükçe ana-babalarının ve öteki yetişkinlerin bebekliklerinden başlayan denetimlerini yavaş yavaş içselleştirir ve kendi kendilerine disipline etmeye dönüştürür.”
Bu görüşe göre, sürekli kontrol ve denetim altında tutulan çocuğun zaman içinde kendisini denetlemeyi ve kontrol etmeyi öğrendiği iddia edilmiş. Çocuk denetlene denetlene, kendisini otomatik olarak denetlemeye başlıyor.
Eminim bu fikri yalanlayan bir çok anı gelmiştir gözünüzün önüne. Hangi çocuk denetlenmekten hoşlanır ve bunu içselleştirecek kadar olumlu bir şey olarak görür ve kabul eder ki?
“Her günkü gözlemlerimize göre kendi kendine disiplin böyle yerleşmiyor. “Kedi yokken meydan farelere kalır” deyişini anımsıyor musunuz? Sürekli denetleyen yetişkinler arkalarını döndükleri zaman küçükler denetimlerini kaybederler. Bazen de yetişkin otoritenin daha önce kendilerine yasakladığı şeyi özellikle yaparlar. Küçükken söz dinleyen, boyun eğen çocuklar büyüdüklerinde sorun yaratan ve isyankar yetişkinlere dönüşürler”
Bu kısmı okuyunca, radyo programlarında çok dinlediğim ergenlik dönemindeki evlatlarının değişiminden yakınan ebeveynlerin cümleleri aklıma geldi. ?Eskiden böyle değildi, şimdi ne dersek karşı çıkıyor, dikleniyor, hiçbir dediğimizi yaptıramıyoruz? gibi. Gençlerin, boyun eğmeme kudretini kendilerinde buldukları an boyun eğmekten vazgeçmeleri, dış denetimin iç denetim kazandırmadığının en büyük delili olsa gerek.
Anne babalar olarak buradan çıkaracağımız sonuç, çocuğumuza boyun eğdirmeyi, sözümüzü dinletmeyi marifet saymamak gerektiği olmalı herhalde. Oysa bu şekilde çocuğa sözünü dinletmeyi başarı gibi veya iyi anne babalık gibi gören ve gösterenler, hiç az değil. Çocuk sessiz ve zararsız, anne baba da mutlu olduğu halde, böyle durumlarda ilk görünüşe aldanmayıp çocuğun yetişkin halini gözlemlemek lazım.
Peki denetlemek çocuğa iç disiplin sağamadığına göre, iç disiplin kazanması için ne yapmak gerekiyor.
“Buna karşın kendilerine özgürlük tanınan gençler kendi kendilerini denetleyebilirler. Neden? Kendi seçimlerini yapmalarına kendi kararlarını vermelerine izin verilir de ondan. Gençler yetişkinleri rahatsız eden davranışlarını, eğer yetişkinler de onlara aynı duyarlılığı gösterirlerse, kısıtlayıp denetlemeyi öğrenirler; yetişkinlerle birlikte kuralları belirlemelerine izin verilince, bu kurallara uymak için öz denetimlerini kullanırlar.”
Yazıda denetlenme problemi daha çok gençlerde görüldüğünden, bilhassa gençler açısından bakılmış sanırım. Ama aynı gerçeğin koca yetişkinler ve çocuklar için de geçerli olduğu malum. Söylediğimiz cümleleri net ve doğru olarak anlayacakları yaşa geldikleri andan itibaren, çocuklara emir vermek veya dayatmak yerine seçenek sunacak olursak, yaptıkları şeyi kendileri seçmiş oldukları için içten kabul edeceklerini görebiliriz. Devam etmesi gereken düzen için tek kural koyucu olmaktansa, kuralları onlarla beraber kararlaştırsak kendi koydukları kurala uymakta sadık olacaklarını da.
Ayrıca pasajda geçen çok önemli bir püf nokta daha vardı; DUYARLILIK.. Rahatsız olduğumuz davranışlar karşısında duyarlılık bekliyorsak, rahatsız eden davranışlarımız hakkında aynı duyarlılığı göstermemiz de gerekiyor. Anne baba oluşumuz ve çocuğa emek vermiş olmamız, onlara dileğimiz gibi davranabilme hakkının bize verildiği anlamına gelmiyor. Çocuklarımıza sadece kendi evladımız değil de, her şeyiyle, bütün donanımıyla bir insan, kişilik sahibi bir fert olarak da bakabilmeliyiz.
Onlara göstereceğimiz duyarlılık, yersiz hoşgörü ve bizi zelil duruma düşüren ve aciz bırakan bir tavırla karıştırılmamalı diye bir hatırlatma yapalım. Bu duyarlılığın nasıl olacağı ve sınırları da ileriki bölümlerde gelecek nasipse.
Son kısmı kısaca özetleyelim:
Çocuklara yetişkin tarafından belirleneni yapmak zorunda oldukları değil, kendi kararlarını kendilerinin alabilecekleri, kendi seçimlerini yapabilecekleri, bir çok seçenek arasında tercih yapmanın rahatlığını yaşayabilecekleri bir özgürlük tanınması halinde iç denetim için gerekli olan birincil şart sağlanmış oluyor.
Hem çocuklar hem de gençler, rahatsız oldukları davranışlarımız hakkında duyarlı davrandığımızı fark ederlerse, onlar da bizi rahatsız eden davranışları hakkında duyarlı davranmaya ve kendilerini kısıtlayıp iç denetimlerini geliştirmeyi öğreniyorlar. Hayatın huzurlu bir şekilde devam etmesi için lazım olan kuralları kendimiz koymak yerine onlarla beraber belirlersek, bu kurallara uymaya çalışıyorlar ve böylece kendilerini denetlemeye alışıyorlar.
Dış denetim ile çocuğa iç disiplin kazandırma teorilerinin ise hayal olduğu gün gibi ortada. Son olarak kitaptan önemli bir alıntı daha yaparak bitirelim:
“Yetişkinlerin baskıcı disiplin sonucunda korkuyla boyun eğen çocuklar yetiştirebilecekleri doğrudur, ama aynı yöntemle kendi kendilerini disipline edebilen çocuklar yetiştirebilecekleri yanlıştır.”
* Alıntılar “Çocukta İç Disiplin Mi, Dış Disiplin Mi?” isimli kitaptan yapılmıştır. Dr. Thomas Gordon, Sistem Yayıncılık