ANNELİK EĞİTİM OKUL

Evli çocuklu okullu

Yaşım kırka yaklaşırken üniversite okuma işlerine girmemle ilgili epey soru alıyorum. Soruların bazısı çocuklarla nasıl yürütebildiğim, bazıları eşim, bazıları çalışma hayatı düşünüp düşünmediğim, bazıları anneliği tercih etmeyi/ önemsemeyi bırakıp öteki taraftan(?) mı bakmaya başladığımla ilgili olabiliyor. En başından anlatayım.

2015 yılında bir gece uyumak üzere kafamızı yastığa koyduğumuzda eşim şu an yaptığı işten farklı işler de yapmayı düşündüğünü, yaşı ilerledikçe bilgisayarlar ve yazılım dünyasından sıkıldığını ve ‘insana dair’ birşeylerle ilgilenmek istediğini söyledi. Sonrasında açıköğretim sosyoloji okumayı düşündüğünü ve devamında ne olacağını kendisi de net olarak planlamadığını üzerine birşeyler ekleyerek yol almak istediğini söyledi. Çok şaşırdım dün gibi hatırlıyorum.

O sene dediği gibi sosyoloji okumaya başladı. Daha dün gibi, akşamları salondaki tekli koltukta eline kitaplarını alıp ders çalışırken sürekli okuduklarını benimle de paylaşıyordu. Biliyor musun Büşra bilmem hangi düşünür şu konuda ne demiş, bak burası çok ilginç sana da anlatayım gibi cümlelerle geçen akşamlarımız sonunda kendimi insanlık olarak halimiz, geçirdiğimiz aşamalar ve toplumsal olarak nasıl buralara geldiğimiz üzerine düşünürken buldum. Yani adam benim de ilgimi uyandırdı.

Ya madem sen birşeyler yapmayı düşünüyorsun ben de seninle aynı pencereden bakmış olurum senin dünyana uzak olmamış olurum hem ilgimi de çekiyor acaba ben de mi açıköğretim sosyoloji okuyuversem dedim sonra. Ama açıköğretim için ya daha önce bir lisans bölümü bitirmiş olmam ya da kaydımın olması gerekiyordu . Benim mimarlıktan kaydım silinmişti okulu bırakalı 16 yıl olmuştu. İyisi mi üniversite sınavına gireyim nasıl olsa açıköğretim tutar dedim, sonra ise e madem sınava giriyorum girmişken bildiğimiz tercih yapayım dedim.

Eşim, devam şartı olmayan bölümler yaz sürekli git gel yapmanı istemem dedi. Zaten sen istesen de gidemem dedim çünkü öyle devam, disiplin ve yorgunluk filan bana ters, sıkıya gelememek, bunalmak yapımda var. Zaten de bir çok üniversitede normal öğrencilerinin bile devam etmediği sosyoloji bölümü düşünüyordum. Sonrasında 2016 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümüne (örgün) girdim. Bir dönemde 14 hafta ders işleniyor, ben her derse 2 ya da 3 kez girerek gayet de yüksek notlar alarak kotarıyorum. Notların yüksek olmasının nedeni çok çalışmam değil derslere olan ilgim. Dersler ders gibi gelmiyor eşim ilgimi çok sağlam uyandırmış. O günlerde eşimi daha iyi tanıyorum, filozof olacak adammış bir konuşmaya başladı mı etkiliyor çevresindeki herkesi ama düşünsenize hiç konuşma gerektirmeyen yazılım işi yapıyor. Bütün gün susuyor. Neyse.

2 sene Beyazıttaki Edebiyat fakültesinde devam ettim, araçla gitmek köprüyü ve trafiği aşmayı gerektirdiği için, bir keresinde de korkunç bir trafik deneyimi yaşadığım için, Üsküdar’a kadar araçla gidip sonrasında Marmaray şeklinde toplu taşıma kullanmak durumunda kaldım. Tabi okul saati değilse (anaokulunda öğlenciydi) 3 yaşındaki kızım Elif Zeynep’i de yanımda götürüyordum (diğer ikisi de okulda) hatta onunla birlikte sınavlara girdiğim çok oldu. Ona da değişiklik oluyordu gayet odaklanmış bir şekilde hamurlarla ya da oyuncaklarla oynuyordu sınıfta, gerek öğrenciler gerek hocalardan çok da ilgi görüyordu. Ancak daha sonra bölümle bazı sorunlar yaşadım. Sorunlara hep insanları birşeylere daha zorlayarak çözüm bulmaya çalışmak eğitim sisteminin yakıtı olmuş ama en azından kendimi kurtarmakla yetinmek zorunda kaldım. 2018’de yatay geçişle Göztepe’deki İstanbul Medeniyet Üniversitesi’ne geçtim. Özel zannediliyor ama bir devlet üniversitesi.

İyi ki o sorunlar çıkmış da geçiş yapmışım diye çok şükrettim sonra ve hala da ediyorum. En büyük kolaylığı da ulaşım açısından oldu benim için. Araçla gidebiliyorum ve iki saat önce değil 15 dakika önce çıkıyorum evden.

Yeni yerdeki ilk günlerimde, hiç aklımda yokken danışmanımın attığı ‘not ortalaması şu kadar olanlar çift anadal başvurusu yapabilir’ şeklindeki mailden sonra başvurup psikoloji bölümüne de başlamış oldum. 2020 bahar döneminde sosyolojiden mezun oldum psikolojide üçüncü sınıfım. Hem kendi alanı hem de kişiliği bakımından gayet değerli hocalarla iki sene de orada geçti. Bu yıl psikoloji bölümünün aldığı devam zorunluluğu kararı dışında herşey gayet güzeldi. O karar beni epey yıpratacak sanıyordum ama koronavirüs süreci çıktı ve korktuğum olmadı.

Aslında bir çok sorunun cevabını okurken aldınız. Bu sürece hesaplı kitaplı girmediğimi, hedef belirlemediğimi, olayların kendiliğinden geliştiğini, dersleri takip etmeyi bir hobi gibi düşündüğümü, bir kariyer planlaması yaparak değil öylesine bu süreçte yer aldığımı. Herkes böyle olamaz ancak benim hikayem böyle. Zevk ve hobi olarak algılamanın dışına biraz sınav zamanları biraz da ödev yetiştirme süreçlerinde çıkıp stres tarafına geçiyorum tabi. Zevk almak demek kolayca üstesinden geliyor olmak da değil tabii ki çok zorlanıyorum. Ancak sevince bir şekilde ilerliyor.

Tabi bu arada eşim de bitirdi ve o da geçtiğimiz yıl Medeniyet Üniversitesi’nde aile danışmanlığı yüksek lisansı yaptı. Gelgelelim o yüksek lisans bittikten sonra bu işler bana göre değilmiş dedi ve ‘ahşapa dair sanatlı birşeyler’ yapmak istedi ve hobi olarak ilgilendiği marangozluğa yöneldi :)))) Benim beraber birşeyler yapma hayalleri yok oldu 🙂 Yoğun olarak yaptığı yazılım işinin stresini atmak için marangozluk ve sıfırdan eser tasarlayıp ortaya çıkarmak ona çok iyi geldi tabi… Herkes sevdiği şeyi yapmalı.

Çoluk çocuğa karışıp eğitimine devam eden veya yeni bir eğitime başlayan çok kadın var. İnstagram üzerinden tanışıp aylık toplantılar yaptığımız 10 kişilik grubun yarısından fazlasının evli ve çocuklu olarak bir bölüm bitirmiş veya devam eden kişilerden oluştuğunu gördüğümde, durumun sandığımdan daha yaygın olduğunu anlamıştım.

Bazı cevapları da soruları yazarak daha ayrıntılı vereyim:

Çocuklarla nasıl yürütüyorsun? 

Çocuklar küçük değil ki büyüdü. Taa 2007lerde filan birlikte yaptıklarımızı paylaşırken oğlum 2 yaşındaydı, şu an boyu boyumu geçmiş sesi kalın bir adam kendisi. Bir durum olduğunda da en küçüğü büyüklerle bırakabiliyorum. Zaten küçük çocuk da bana engel değil ilkokula başlamadan önce onu da götürürdüm. (Hiçbirşey anlamadığı üniversite derslerinden bir ara çok sıkılmıştı tabi) ‘Ben de sınava girmeyi ya da açıköğretim düşünüyorum’ diyen çok fazla kişiyle karşılaşıyorum. Benim fikrim, çocuklarınız küçükse ve büyük çocuğunuz yoksa başınıza bela almayın diyorum, yüzelli bin parçaya bölünmeye gerek yok. Olan size olabilir. Yapacaksanız da şartlar biraz daha durulunca başlayabilirsiniz, çocuklar çok çabuk büyüyor.

Evi ihmal etmekten korkuyorum sen evi ihmal etmiyor musun?

Ben zaten normalde evi çok ihmal eden ve evle yıldızı hiç ama hiç barışık olmayan biriyim, o yüzden okul evle daha planlı ilgilenmem için hayatımda bir düzenleyici görevi gördü. Yani dersler ve okul çok zamanımı aldığı için, şu işi de şimdi yapayım yoksa sonra yapamam diyerek ev işlerini yapmaya başladım. Bir de önceden keyfimden yapmıyordum ama şimdi yapamazsam derslerin yoğunluğundan yapmamış gibi kendimi suçlu hissederim diye düşünerek daha düzenli yapıyorum. Siz evle ortalama ilgili biriyseniz dersler sizin evi ihmal etmenize sebep olabilir mi olabilir, evle nasıl bir ilişkiniz olduğuna bağlı.

Eşiniz destek oluyor mu?

Eşim elbette okullu olmama bayılmıyordu ama köstek de olmuyor hatta epey destek oluyordu. Sınavlara gireceğim zaman çocuğu bırakacak yer bulamadıysam o gün evde kalıp evde çalışıyordu, işi de buna müsait olduğu için bizim için problem olmadı.

Kariyer ya da çalışma planınız var mı?

Beni şahsen tanıyan arkadaşlarım asla bu soruyu sormaz çünkü sormalarına gerek olmadığını bilirler 🙂 Çalışma, disiplin, hedef koyma insanı değilim Allah da beni böyle yaratmış. Yaşadığım anın içinde kaybolabilen, o anın içinde yüzbinlerce fit derinlere dalıp giden, hayatı sevgiyi aşkı imanı herşeyi tutkuyla yaşamayı tutku haline getiren yoksa tükenen biriyim. Birşeyler hedefse, olmalıysa, yapılmalıysa, şunu sağlıyor bunu elde etmeme yarıyor diye ona kendimi şartlamaya çalışırsam boğuluyorum. Kariyerin ya da bir yerlere gelmek için çalışmanın benim için anlamı bu. Her insan değişik esma-i İlahiyelerin değişik tecellileriyle nakış nakış işleniyor. Bugünü seviyorum ve bugün şu an bir şeyler bana anlamlı geliyorsa onun için yaşıyorum. Anlamlı gelmiyorsa da çok mutsuz oluyorum. Örneğin okuldaki sınavlara geçmek için çalışırsam, üstten üstten ilgisizce, maksatlı hedefli şekilde bunlardan ne çıkar sağlarım dercesine çalışmış oluyorum, sonra da yaşadığım anlar bana birşey vermedi ve çöp oldu diye üzülüyorum. Ama konu ilgimi çekmişse derinlerine dalıp, araştırıp içinde kaybolarak, benliğimle o işin içinde olarak yaparsam dünyanın en pamuk kalpli ve aradığını bulmuş insanı oluyorum. Ve biliyor musunuz bu durum bana has değil, bence herkes böyle ama biz -meli -malı lar ile kurulmuş bir zihinsel örüntüyle büyüdüğümüz için hayatı da dini de öğrenmeyi de çalışmayı da heyecansız, duygusuz, tutkusuz -meli -malı’lar yumağından ibaret gibi algılayabiliyoruz. Ama merak etmeyin Rabbimiz bizi o sıkıcı dünyaya bırakmamış, kalbimiz orada duruyor ve onun sesi hepsinden güçlü çıkıyor. Allahım bize öyle bir kalp vermiş ki ne istediğini çok iyi biliyor ve o kalbi ayakta tutuyorsa çalışmak da üretmek de gayret de hayat da iman da zevke dönüşüyor.

Nereden nereye geldim değil mi 🙂

Umarım sorularınızı cevaplayabildim. Allah’a emanetsiniz.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...