EĞİTİM OKUL KADIN

Bir anne vardı

Bir anne vardı.

Anneliğimi nasıl iyileştirebilirim sorusuyla yaşıyordu. 

Elinden gelen herşeyi yapmaya, tüm emeğini ortaya koymaya hazırdı.

Çocuklarıyla güçlü bağlar kurmak galiba işin en kritik noktasıydı.

O çocuklarında yaralar açmayacak, yaralarını saracaktı.

Şiddet mi, şiddetin ve öfkenin öncüllerine bile öyle bir düşmandı ki…

Çocuklarını sorumluluk sahibi, aklı vicdanı yerinde kişiler olarak yetiştirme hayali de kuruyordu.

Fikrine ilmine güvendiği kişiler de annelerin yeni Fatihleri Yavuzları yetiştireceğine, kadın değişince toplumun değişeceğine dair nice demeç veriyordu. Bunları duydukça, daha çok heyecanlanıyordu.

Okuduğu bütün kitaplarda çocuğun geleceğinin ve karakterinin anneye ne kadar bağlı olduğunu daha çok anlıyordu.

Sorumsuz, hiç bir şey yapmaya isteği olmayan, anne babaya saygısı olmayan, bilgisayar oyunlarının başından kalkmayan çocukları olsun istemiyordu.

Yeni nesil, çocuğuna şunu yap bunu yap demek yerine kendisi de yap dediği şekilde davranan anneler var olursa pırıl pırıl yetişebilirdi. Anne çocukta görmek istediği karakteri kendisi sergilemeliydi.

Ümitleri ve hayalleri onu motive eden arkadaşlarıydı. Yıllar geçmiş, dileklerine erişmiş şekilde geleceği gözünde canlandırıyordu bazen.

Ama yıllar…

Hiç beklediği gibi geçmedi.

Artık en çok hissettiği duygu tahammülsüzlüktü. Sürekli de artıyordu.

Hiç bir şeyle uğraşmak istemiyordu artık.

Öfke ve şiddet çok defa kapıyı çalmış ve içeri girmişti.

Çocuğa örnek olacak bir karakter de sergileyemiyordu ki çocuklar kendisini örnek alsındı. Yoktu onda öyle bir karakter!

Kafası öyle karışıktı ki, okuduğu kitaplardaki herşeyi uygulamaya çalışmıştı ama duyguları işin içine girdiğinde tam tersi şeklinde davranıyordu. Bambaşka birine dönüşüveriyordu. Hayalleri ve ümitleri yerle bir oluyordu.

Halbuki onu motive eden sadece hayalleri ve ümitleriydi.

Onlar gitgide zayıflarken nasıl hayatta kalabilirdi?

Acaba çocuğunun sorumsuz, tembel, bilgisayar oyunlarının ve yotube’dan kafasını kaldırmayan biri olmasına aldırmayıp, o da hayattan zevk almaya mı baksaydı? Onlar telefonlarıyla mutluydu nasılsa o da şu diziyi izleyerek, ya da arkadaşlarıyla buluşup kahkahanın dibine vurarak stres mi atmalıydı?

Ya da belki artık çocukları bırakıp kendine bakmalıydı, biraz tarzını değiştirmeliydi belki. Biraz daha hayat dolu kıyafetler seçmeliydi. Daha bir kaç yıl önce sohbet anlatan hocahanım bile estetik yaptırmıştı. Bir denese güzel olur muydu, acaba eşi kendisine biraz değer vererek bakar mıydı yüzüne? Eşi baksa da bakmasa da artık kendisine o değeri vermek istiyordu. Yıllardır yaptıkları o değeri görmesine bir türlü sebep olmamıştı.

Bu kadar senedir hep çocukların yanında olmuştu, evde yemekçi, temizlikçi, organizatör ve her türlü koç olmuştu da çocuklar canım annem mi demişti. Ya da onların yanında olması sayesinde çocuklar pırıl pırıl kişilikler mi olmuştu? 

Bunları düşününce vah ben böyle bir kadın mı olacaktım diyerek içinden bir pişmanlık dalgası gibi ılık bir sancı geçmişti ama artık böyle cansız enerjisiz hissetmekten bıkmıştı. Eline hiç bir şey geçmiyordu. Daha fazla dayanamıyordu. Hayattan tat almak istiyordu. Rahat bir kafa istiyordu. Kendine o kadar çok yüklenmişti de ne olmuştu. Ne bir sonuç elde edebilmişti ne de bir değer görmüştü.

Etrafında o kadar olgun o kadar seviyeli olarak tanınan biriydi ama mutlu olmaya o kadar açtı ki…

Yaşı kaç olmuştu ama kötü niyetli birinin rahatlıkla kandırabileceği kadar yaralı, savunmasız bir kız çocuğundan farksızdı.

Böyle bir hikayemiz var bugün. Keşke kurgu olsaydı ve keşke yaygın olmasaydı.

Öyle çok yorum yapabilirim ki üzerine, yazı uzun olmasın istediğim için en gerekli ve en kısa yorum hangisi diye kafamı zorluyorum.

Bir türlü anlatamadığım kısımdan başlayayım en iyisi.

Hikayenin birinci kısmı, yani kadının yüce ümitler ve hayaller besleyerek kendisini öyle anlamlandırdığı dönem.

Asıl sorunlu olan dönem bu dönem. Kadının sonraki hayatını anlamsız ve sonuçsuz addetmesine neden olan dönem.

Kısırdöngü ise şurası, kadının son hali var ya, ergenliğe dönüş yapmak istediği hal. İşte onun o haline bakıp kınanması ve aman aman böyle annelerle nesil yetişmez denilerek, yeni annelere siz onlar gibi olmayın denmesi. Aynı döngüye yenilerin sokulması.

Hepimiz şu hayatta öz değerimizi arıyoruz.

Bir kadına ya da erkeğe, bir insana senin değerin şu şu sonuçlara ulaşmakla olacak demek ne büyük hakaret.

Kim belirleyebilir benim yaşam amacımı?

Psikologlar mı, çocuklarım mı, bir takım kanaat önderleri mi, bir takım yavuzcu fatihçi hocalar mı, kocam mı ya da kendim mi?

Kim belirlerse ben onların vereceği değere mahkumum demektir! Kendimi o değerden ibaret zannedeceğim demektir!

Kendimi onlara beğendirmek için yırtınacağım ama pek de bir yere varamayacağım demektir! Kucağımda kilogram ağırlığı sıfır olan koca bir boşlukla yaşayacağım demektir. Ama manevi ağırlığı beni ezmiş paspas etmiş olur o boşluğun.

Haydi çocuğu, kocayım geçtim ben, daha duygularını kontrol etmekte minnacık bir gücü olmayan ben, çocuğuma öfkelenmeyeceğim falan diye efsane idealler belirleyeceğim öyle mi… Bak sen.

Benim değerim neymiş, nasıl olurmuş kendim belirleyeceğim öyle mi?

Benim duygularımı, boyumu, posumu, kaşımı, gözümü, nefesimi, damarlarımda dolaşan kanı ben mi belirlemişim de amacımı kendim belirleyeceğim?

Aslında şu saydığımız hallere bakınca bile amacımız ortaya çıkıyor.

Belirlemeyen olduğumu bilmek benim amacım. Benim amacım böyle belirlenmiş.

Belirleyen belirlemiş.

Bununla da kalmamış bize bildirmiş. Herşeyi apaçık ‘beyyine’ hale getirmiş.

Hiç bir şüphe, eksik, kusur, açık içermeyen bir kitapla bize bildirmiş.

O kitapta annenin çocuklarının geleceğini ve karakterini belirlediği ile ilgili tek bir ayete rastlamıyoruz. Çünkü O(cc) bizim değerimizi bununla ÖLÇMÜYOR!

Aciz, zayıf, eksik, kusurlu, yapamayan, edemeyen, perişan, avare, zalim, zavallı biri olduğumuzu ne kadar kabul edersek o kadar değerli olduğumuzu söylüyor.

Biz bunları kabul edersek, yardımının mutlaka mutlaka her an bizimle olacağına dair SÖZ VERİYOR.

Şu dünyada kendimizin bir şeyleri olduracağımız safsatasından kurtulup, O’nun nasıl olduracağını izlememizi istiyor.

O’nun oldurması, O’nun gücüne gerçekten sığındığımız zaman duygularımızın değişmesi sebebiyle oluyor.  Beklentilerimizin, amaçlarımızın, niyetlerimizin, değer algımızın, sevindiğimiz ve üzüldüğümüz şeylerin, değerlerimizin ve davranışlarımızın değişmesi sebebiyle oluyor.

Şurada şu yazıda şahitlik ediyorum ki, o zaman hayattan gerçekten tat almanın peşine düşüyoruz, ergenliğe dönüp sadece nefsimizin tat alma anlayışına kendimizi hapsetme felaketine de düşmüyoruz.

Kendimize sonuç odaklı, kısa vadeli, kof, pozitivist, islam kültürü sosuyla bezenmiş gibi görünen dünyevi idealler koymak ve onlara ulaşınca değerli olacağız sanmak yerine gerçek değerimizi aramak daha güzel.

Bulmak daha da güzel.

Bugün duygu durumum biraz farklı. Diyeceğimi dedim.

Bir gün hikayedeki kadın gibi herşeye tahammülsüz, ergenliğe dönüş yapmak isteyen bir halde kendinizi bulursanız, kimse de bana bir gün bunları yaşayabileceğimi söylemedi beni uyarmadı demezsiniz. Bari birisi uyarsaydı, azıcık böyle bir ihtimalin varlığından haberdar olsaydım ona göre iç dünyamda önlem alırdım belki demezsiniz.

Umarım bu yazı bu işe yarar.

Kendi değerimizi bulunca önce kendini bulmuş bir insan olunca, anne de oluruz, eş de oluruz, her ne gerekiyorsa oluruz zaten merak etmeyin.

Yine zorluklar içerir annelik, eşlik ve diğer roller ama yüreğimizde değersizlik ve anlamsızlık yükü olmazsa o zorluklar ufak tefek dikenler gibi batar geçer gider.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...