Geçen hafta Aydın hanımın vefatı üzerine yazdıklarımı facebook sayfamda paylaşmıştım ki, gönderinin altında neden öldüğü mevzusu açıldı. Bu kadar sağlıklı yaşayan bir insan daha uzun yaşayabilirdi sadedinde.
Yorumlarda birisi özet olarak demiş ki, “Kalbin atım sayısı Allah indinde yazılıdır, ömrü hiç bir şeyin uzatmadığı da hadislerde geçer. Kadere imanın ince çizgisi burada sanırım.”
Başka birisi de ona demiş ki, ‘Kadere iman diye birşey yoktur iman esasları arasında.’
Okuyunca neye uğradığımı şaşırdım. ‘Kadere iman diye bir şey yoktur’ cümlesi bu kadar rahat söylenebilir mi, nasıl söylenir?
İnsan nasıl korkmaz? Ya imanım giderse, bütün amellerim yanarsa diye nasıl endişelenmez… Nasıl bu kadar kendine ya da bu fikirleri her kimden aldıysa ona güvenir?
Böyle söyleyenler genelde, Kuran’da Allah’a, peygambere, kitaplara iman sayılırken kadere iman diye birşey sayılmıyor bahanesini öne sürüyorlar.
Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. (Hadid, 22)
şeklindeki ayetler kaderden bahsediyor halbuki.
Kader kavramı kelime olarak da bir çok ayette geçiyor:
Göklerin ve yerin egemenliği Onundur. O evlât edinmemiş, egemenliğinde Onun bir ortağı da olmamıştır. Herşeyi bir ölçü ile yaratıp kaderini belirleyen de Odur. (Furkan,2)
Bugüne kadar insanlar bu konuyu nasıl anlamış diye düşünüp, şöyle bir geriye dönüp bakarsak 1400 senedir, aynı konuları konuşmuş aynı noktaları irdelemiş, kimbilir kaç bin ehli sünnet alimi vardır.
Bunlar onca ilimleri, tahkikleri ve başka alimlerle mübahaseleri neticesinde ‘iman esaslarında kadere iman yoktur’ dememişken, onların arkasından gitmek mi doğrudur, yoksa o zamanlarda da çıkmış bazı istisnaların arkasından mı?
Ya da bu istisnaların günümüz versiyonu olan, “ben böyle anlamıyorsam böyle bir şey yoktur, ben göremiyorsam böyle bir şey var olamaz” seviyesinde bir nazara sahip, kendi aklını kutsallaştırmışların arkasından gitmek akıllıca olabilir mi?
Aklın yolu bir değil mi, bu alimlerin, muhakkiklerin hepsi aynı noktaya evet böyledir diye parmak basmışken, neden bir iki yolunu şaşırmışa bel bağlayalım?
Acaba 1400 yüz senedir ümmetin içinden çıkmış müçtehitler, ulema, mezhep imamları, itikat imamları bilmiyor muydu, Kuran’da kadere imanın ayrıca sayılmadığını. Biz galiba öyle sanıyoruz.
Peki, amentüyle ilgili meşhur hadisinin bazı rivayetlerinde kadere iman bölümü var bazı rivayetlerinde yok diye, olmayanları esas saymak mı gerekir?
Yoksa Kuran’da ve başka bir çok hadiste açık ve net şekilde zaten kadere işaret edilmiş diyerek, aynı hadisin kadere iman kısmının geçtiği rivayetlerini dikkate almak mı gerekir?
……………………………………………..
Kaderi kabul etmeyenler, herşeyin ölçü ile yaratıldığını kabul ediyor fakat insanın başına geleceklerin bir kaderle takdir edildiği noktasında takılıyorlar.
Bu takılma, “yazılmış kaderi mecburen yaşamak zorunda mıyız?” gibi karışık görünen soruların cevabınıbilmemekten kaynaklanıyor sanırım.
Halbuki,
Madem böyle umum zîhayatta kalem-i kader hükümrandır. Elbette, âlemin en mükemmel meyvesi ve arzın halifesi ve emanet-i kübrânın hâmili olan insanın sergüzeşt-i hayatiyesi, herşeyden ziyade kaderin kanununa tâbidir. 26. Söz, Kader Risalesi
hakikatine bütün kainat ve Kuran ayetleri şehadet ediyor.
……………………………………………………………….
Üzüldüğüm yıkıldığım nokta ise şu. Alimler imanın esasları birbiriyle bağlıdır, birini inkar eden diğerlerini de inkar etmiş sayılır demişler.
1. Kadere iman diye bir şey imanın esaslarında yoktur diyen birisi, kadere iman etmek gerekmiyor demiş olmaz mı? (Yorum yazan kişinin sadece Kuran’da imanın esasları sayılırken kadere iman kelimesi geçmiyor diye kast ettiğini umuyorum.)
2. Bunu diyen aynı zamanda, beni yaratan Allah herşeyi bir kader ile bir miktar ile yaratmış değildir, çünkü ben böyle bir şeye inanmıyorum demiş olmaz mı?
3. Ve bu kişi, havadaki oksijeni ve diğer gazları bir miktar ile yaratmış, insanın kanındaki maddeleri ince ince ölçüler ile yaratmış, gökte ve yerde ne varsa miktarını tayin etmiş fakat insanın hayatındaki olayları başı boş bırakmış, hiç birşeyi tayin etmemiş bir Allah’a inanıyorum demiş olmaz mı?
İşte o zaman, imanın başı olan “Allah’a iman” esasında dahi sıkıntı var demek olmaz mı?
Halbuki ‘Ecelleri geldiğinde de onu ne bir an geri bırakabilir, ne de bir an öne alabilirler.’ (Nahl,61) ayeti ve yukarıda aldığım Hadid suresindeki ayet gibi daha bir çok ayetle, insanın ölümünü de başına gelen musibetleri de bir kader ile takdir ettiğini söyleyen Allah’a inanmak gerekmiyor mu?
Fesubhanallah, düşününce işin ucu nereye varıyor. Lütfen, kesin konuşmalardan, bu kadar rahat kestirip atmalardan önce kendimize zararı dokunur diye düşünerek uzak dursak.
Korksak.
Hem kaderi inkar etmenin ruhumuza yükleyeceği sıkıntılardan, ‘Kadere iman eden kederden emin olur (kederden kurtulur)’ sırrını kaybetmekten korksak.
Hem de inanılması gereken bir şeye inanmayacak olmanın mesuliyetinden korksak…